insanların arasında kaldığına
hem üzülür hem sevinirdi
o sıkışıklıkta başını gösterip
aşk girdabından terli
diskoda döne döne doğduğu için
kimse fark etmemişti fosforunu
kutsal ve dingin bir karanlıktan
kullanılmış lastik misali plastik bir sevinçle
Anya’nın mini eteklerinden
süzülürken dans pistine
bir tek o gece tanrı dj michaelangelo
bir şarkıdan elverirken diğerine
parmaklarının yuvarlak hassasiyetinde
duymuştu içinden atılan sanatı
sistin sistin basarak yaktığı duman
bebeğe enfes bir disko-ağıt oldu
ağdalı bir ilk nefes, ilk çığlık
bacaklar altında pürüzsüz
yüzünü sürerken ağlamak kadına
dekolteye kul, ojeye et tırnak olmak
hayatı hep parıltılı ve ıslak
sanacak bir yanılgının izdüşümüne
büyülenerek hapsoldu barın önünde
minicik elleriyle lazerleri tutmaya yelteniyordu
ne kadar renkli ve o kadar da karanlık bir dünya
“hey bebek! ey bebek! içki ister misin?”
cüzdanını bulamayacak kadar sarhoş
ya da çıplak buza yatırdılar
büyümesin de küçülsün diye
damsız girdiğinden yitik anasına
asla çıkamayacaktı
ne kadar kırsa da cam çerçeve
disko topu bileceği
o tiynetsiz dünyanın çilesinden