Öğün

ağzımı kocaman açtım bir bebek yiyecek kadar

bir meleğin kurutulmuş kanatlarındaki karınca dualarını

hatmedecek kadar dilime hakim ve şehvetin atlı karıncasında

ahdimi bilerek yenilerken yenilen her şeyin

eti ve gürühlarla sevişmeye tövbe etmiş genç

bir yobazı öğün

edebilecek kadar öğütücü dişlerimi geçirdiğim günleri

damak tadımı bilmiyorsunuz anı kurutan turşubazları

uykuluk durgunluk açlık ve karmaşa

sonsuz esneyiş tuzağıma tuz biber ekecek

olan gözlerimin diş minelerimin

parlaklığında açıldığını o  an fark eden şeytanın

tane tane anlattığı günah lokumlarını evire çevire

evime inime dinime imanıma ayı pençesi geçirdim

parça parça yeniyoruz kış kancasını

etimiz şehrin dolabında asılı

Kefaret-i Sessiz

böyle böyle çığlık atmayı unuttuk

ya çok gürültülüydü gürühlar, meydanlar, ekranlar

insanlar dehliz dehliz yanan ettenmiş gibi

boşluk, kayboluş, boşluk,

dertten, kederden, sütten kesik aklı kesik eli kesik

ya da ölümün sırtını gören gece kuşları gibi sessizdik

duyulmayacak kadar ağzımız kapalı

gömülü iti kemiği

üzerimizde kılıcı, dev bir sopa, bir sözü, iki fakirliği

ansızın inecek diye depremi dinler bekler dinler gibi

durduk, ağzımız dilimiz kuru, kabus ahlakı ahlak

oysa hergün karabasan zebanilerin işidir

iki sarılıp bir çözülecek döne döne gidecek

dervişlere taş çıkarıp içi kızarıp közleşecek içi inci

çocuk doğurur gibi çığlık atacaktık

bıçağı soksalar bağırmayacak dünyaya akla kara

seçtirmeden doğacaktık her gece artık, artık

sofra artığı, ezilip masalara şarap edilen niyeti 

avazım çıktığı kadar birleştiren bir sükün, vardı, vardık

tanrının bizi sevdiğine hala inanmaya inat etme yerine

neyin kefarati huy edindiğin sözsüzlük?

error: Content is protected !!