İçi Dışı Bir Çocuk

içinde bir çocuk saklıyorsun ve adamlar

almak istiyorlar elma yanaklar alma diyemiyorsun

cemaatleri var herkesin isimlerini

cübbelemişler

aşkı

ellemişler kara toprağı ve yoncaları

bulamamışlar altından

içinde bir çocuk aklı saklı kıskanç

kıskaçları var onların

yüzlerin

gözleri var baktıkça yengeçler

istiyorlar bin İsmail

kurban olmak için dizilmişler

senin tepen dönmüş kuyuya deniz

ters yüzün kara etrafın

bedenin, senin boşluğun doğurduğun

düşünce abanın altı çocuk ıslak ıslak

görsel: Luke Hillestad

Dear Devil

dear devil

this is a letter to you declaring or

rather daring to reveal that

there is so much evil in me that I feel ravished

and undone John Donne style

you Mr. Atomic 

I have to,

eyes have to see

need to identify the need to be me and you

possessions, Catholic clothes

capitalist and sexy and watery we

must create a gap

tell me if it is me or you who

objectifies the world into moments

people into things and things into people

tangible, irreversible yet destructible

men and man-moths

bugs and bugs me hard

tell me more about invasion, insertion

whose horns are these wailing and wailing

tell me if you rub my back, do I rub on you

and you, always reddish

with a cross on your forehead old man

feel a joyless alternative flesh-fight

a wrestle with God, the way I wrestle with myself

lustful, mind boggling and forgivingly simple

The Old Man in the Field Sky

in the middle of a field

in a bed not of roses

but of marigolds

an old man sleeps the sky

as he wakes mushy

the absence of sleep, palpitating

another life, another body

something blurry, something blue

beckons him

with no face, half a face

he mirrors in the yellow sky

the blue eyes that belonged to his father

and before to his father’s father

are now about to fade into grey 

pecked at by the birds of prey

every morning

he prays not to dye

for the world already breathes color

for the inhaling eye

Picture: Dalle-2 AI

Efendim Partisi

şehzade ışığı gece

doğuyor kadehlerimize

bizi yargılayan efendimizin aklında

keşfedilmemiş dünyalar büyüyor

melek maymunlar geceyi ipe dizerken

cambaza bak cam güzeli

camının içinden geç kırılmadan ışık

içkimizdeki yabancı onların iri dili

yalan ve yaratıcılık ve yapay zeka şehveti

sarı ve mavi yiyor

çenesi ahlaksızlıklık çuvalı

avuç içlerine akşamlar sığdığında

meyvelerimiz kadınlı erkekli

soframız kaldırım kenarı ve yıllar

nasıl da şaşırmış herkes hiç

aynıymış hiç hep hiçmiş gibi

efendim

uzaylılar yesin o güzel ellerinizi

görsel: Dalle-2 Yapay Zeka

1900

yaşlı adamdan korkuyu alıp çocuklara verdiler

altın makaslarıyla yolu kestiler

umutların kabardığı

hepimiz

bir sokağın sonu olduk

elimizde fenerler

geçmişi arayan güruhuz

geleceğe at arabalarıyla giden

bir biziz

1900 insanın hayali

birinin sığındığı aşk ve hürmet

içimizdeki peygamberi uyandırıyor

görünmeyen ayaklarımıza eski vakitler

isyanlar, endişeler

zincirleriyle

çok fazla ay var göğümüze

takılıyor ve silemediğimiz kirlerimiz

gönlümüzde yük

geceye sırtımızı döndük

yürüyoruz

ancak yaşamış olanlar dönüyor

görsel: Albert Birkle “Leipzig Street”

 

Zu

huzurumdan için huzurumda

ölüm var

ismi

alim

yandım bilmekten

zulasında

babamız efendimizin

zulası

eteklerinin altında kaybolan

ağzım küfür

açlığın açıklığı

sarındığım kelimeler

doyumsuz

kurtların postu

sarı gözleri “papa” zulmü

kuzunun kürkü korku

Mevlevi’nin elleri

aşağı yukarı

dönecek

gün

düğün günü

görsel: Konstantin Korobov “Agnus”

Cennet Kesilmesi

cennetime almıyorlar beni

ağzımda papatyalar nergisler elleri

çok aşk içmişim

karnımda balık denizleri

bekliyorum yüzüm kumda

tövbelimde aklın martıları

aklım iki cam kırığı avuçlarımda

nefes alan yüreğim

dilimden damlayan kızılcık şurubu

alçakmışım kalp yırtmışım

ağacın dalların paçavra adammışım

kuşkonmazlar kasıklarımda 

doğru söz deli dölü

tövbelime inen yol 

düşlediklerim düşman kesilmiş

içim şimdi sadece şimdi

tanrının karın ağrısı

yakın da kurtulalım

cennetime almıyorlar kimseyi

görsel: Maria Elisabeth Merlin

Kıxıl Aşk

baştan başa kırmızı elbisemle

gezdim Polonya’yı

beyaz örtüde ayaklarım

sürülürken

ölüm kamplarından kemikler çaldım

fareleri besledim

evimde büyüttüm korkuyu

bir şöminede kemikleri oduna çevirdim

çıra niyetine iki çocuğu

tanrıdan gizledim

Habil, Kabil

hiç kurban olsun diye

ana oldum

yeşil sarıklı bir cini içimden çıkardım

ölümlü günleri sayarken

unuttum

sınır dışı edildim etimden

ruhum bir bardak çıktı

aşığın şarabında dudaklandım

alın yazılarında büyüyorum

bana aşk dediler varolmanın rızkına

raks ettikçe deliren

görsel:

Naudline Pierre “An Eternal Restlessness (2018)”

Randevu Evi

Ben yaşımı bilmiyorum. Okuyamıyorum içimdeki ışığı, imzası kime ait aldanıyorum. Görüntüler gelip geçiyor ve zamanı kelimelerle bir yerlere taşıyorlar ama benim bildiğim yerler değil bunlar, ya unutmuşum ya hayal etmemiş. Yaşamayı düşlerken böyle değildim. Seneler mümkündü. Küçülmüyordu hiçbir şey. Benim sözcüklerin takılı kaldığı bedenler çürüyor, mekanlar dönüp duran ölümlü olduğum yeri deşiyor, pis işler, ruh bataklığı… Anama gidiyor kadın boşluğuna erkek yontusuna eğriliyorum. Sonumu tutacak yılanın kuyruğu ağzında daha… daha ne istersin?  Bir kuyum varmış ve birikiyor gibi utanıyor seviniyorum, taşlar derimin beni çağırışı. İki zıttı tuttuğumda hayatın bir bilinmeyen köşesine bakıyor gibi bir anlık aydınlanma, orgazm,  ürperen tüyler, zihnin ışıkları parıldıyor. Öyle anlık ki acıya mı zevke mi sığdıracağımı bilemiyorum. Hak etmedim, ne ödülü, ne cezayı belki biraz ölümü biraz huzur. Boş veriyorum, sıkıştırıyorlar, illa boğazını mı sıkmak lazım sevişirken dünyayla, boşluk, boşluk, atomlar arasında gezegenler arası insanlar arası sevenler nefret edenler arası kadar, kader ve keder. Günah demek için tanrı veya tanrılarla konuşmak lazım. Sessizlik oğlunun suyu kızının testisi… Randevu alamazken Allahtan, randevu evi gibi yaşamak melek dili dilemek: bir noktanın, gökte yıldız hayali. Sokağın kırmızı, bacakların kara, gözlerin vuruşuyor. Sakal okşamakla, göğüsten süt yerine aşk emmekle geçmiyor dünya, anlamı bir kağıt gibi asınca alnına, hep öbürü görüyor seni, diğeri, diğeri, değeri, kurmuşlar üstüne eyeri. Gözlerin gönlerin eyerli…İhtimalini boğazına sok ki nefes olsun. Kırbacını dilinden geçir okşa, köle ol seni seçen tanrıya, tanı ki tanın, kanser gibi. Peki ayna nedir? Aynın nedir? Ben diyorum harfler eriyor sen diyorum sen hiç yoksun sanki, öyle yanıyor içim.   

Kireç

bildiğim ayaklarının altı

kireç yüzün bir utanmış bir alçak

kuşların pençeleri sarmıyor

laçka bir tepki

dalın titriyor

omuz silkmen umursamaman yetmiyor

ısırman ihtirasın yok yeri

adam yerine koydu hava aldın

kurumadın, kuramadın, kuran olmadı

tövbe getirmişler elinin tersi

gel tat kadınım

boncuklar gözlerim pırıl pırıl

hep senden kaçan uzaklaşan

ışıklar uyuşturucu geceler

her insanın bir hayatı var

senin bin hayalin bin dehşetin

binip gittiğin atın yükseldiğin

yok bir hayal sanki bir kandil

bir kandil daha 

dilinle yanıp tutuştuğun ama

ayak başparmağında boğulduğun

ayıramazsın adımların toprağa doğru

suyu geldi gelecek her gözün

her kadının çocuğu Naci

görsel: Sanya Kantarovsky “Mutualism”

Cennetin Yaprakları

bakışlarının seni delip geçtiği çıplaklık

kendinden korkun kafiye buluyor

yazdıkça boynun nefesin kesilen

ölü sevici

kelime ağacına asılmış

hangi cümle canlı ki

sonbahar geldi dökülüyor yapraklar

içimdeki karanlığın sana bulaşması için 

tutuyorum yanık avuçlarımda kül

biliyorum şeytandan bir şey kaçırdığını

herkesin dolu günah kesesi

kuruyor, bükülüyor

vücut dediğin

cennetin yaprakları

kasların, duruşun, ışığın

sen de kendini yok etmek istiyorsun

gölgelerin, sensizlik güzel bir şey

sensizlik sessizlik, hiçbirinin vücudunda

sözcüklerle delilerle dans etmek

taş plaklar, bebekler, topuklar

utançla kırılana kadar

herkes şeytan olmak ister çocuk, bir Yehuda

çünkü bilir tanrıyı en çok onlar sever

en ahlaksız teklifini kabul edecek kadar

sever ve ısıra ısıra kendi kuyruğunu 

kanatlarında biter

vicdan azabı Allah’ın nuru  

Görsel: George Dawe “The Demoniac”

error: Content is protected !!