Flesh-Monger Life

whoever is not a mind sucks me in

a beast-like thing

shaking off the past as residue

my resin, the end of the feathered glories

guilt-ridden always fear desire, they told

is stinking fleshy gunpowder

pinkish but explosive

BAM

as thoughts melt, I corporal

I, who live in the absence of a true life

turn to a black fiend, held tight, leashed

only as the night pushes in white on, white on

unleashed

youth is an accessory to death

a choking neckless to a dark mistress

slowly reeling me in breathless

confidently wordless, she grins and soothes

faces

wearing fur as a reminder of her fury

animal masking as unwinding, the mortal coil

an excuse to live and walk all walks of life

to wet reproduce nights

only to let me sip

mouth half full, half empty

I’m an apparatus

for the flesh-monger life 

who nudges me to the strenuous  

dark night of the soul

while it matters

saint something, say something

like me vile

whoever minds sucks me in

image: Julia Soboleva

Ağzından Çıkan Dünya

çirkinsin ve ağzının kenarındaki yarıktan sızıyorum

minyatür bir adamın ısırığı tek taraflı tek dişli

kızıl pembe odanın içinden küfürler geçmiş

nefes alıp veren tüccarlar dillenmiş

herkes bir çocuklara dilenmiş sümüklü sümüklü

kimseye muhtaç olmamanın beyne benzeyen damak dalgası

tadı asılı, avuçlarımı sürüyorum senden kapmak için

hastalık desem aşka hasat edecek hiçbir şey kalmaz

bir kadının söylemeyeceği sözü poşetliyorum peşkeşler

boğazın hediye gibi düğümleniyor benim de

cinsel bir şey istemiyorsun ama her şey çiftleşiyor

gözünde büyüttüğün beni yutkunsan kaçacak tek

taraflı bir yemek gibi yanağındaki zincir deliğinden

seni terk ediyorum, evet adını dünya koydum senin

görsel: AI

Gaga

seni görünce deri değiştirdiğimi biliyorsun

yolumu kırdığımı, yorganımı yaktığımı

çünkü tanrı kılıklı hiçbir şey

oyunlarından sıkıldım yılanlı bahçenin kuşu hep

tetikte olur, içi çekilince adam gagalar

taş öldürür

sen ki ortalarda yoksun

devlet dairesi, devlet karesi

iki memeli dünyaya gelir gider renk

ampul sarısı

bukalemun kırmızı arzuyu görünce

zamanı geri sarınca

sevdiğine sarılınca

o büyük sancı dediği nefesinle havaya

karışan senin parçalarını hep

içimize çekiyoruz

ah ediyoruz

zevkle inliyoruz Naci’ye

unuttuğumuz yerlerimizde çiçek açarmış gibi

ağrılar duyunca, beni de eskitme

sevişmedikçe kendimle

tanıdığım her insanın börtü böcek kuklasıyım

palyaço olmak seni ve beni ve ölümden ölümü

gölgelerden korumayacak

ekşi şeyler ağzında tatlanır

görsel: Julia Soboleva

 

 

 

kara bir aile portresi

bizi bir aile yapan şeyleri düşünüyorum bazen

birbirimizin gölgelerine takılıp çekildiğimizi ve yaşıyor gibi

karanlık bir ülkenin dizlerini kırıp bize eğilip bizi fark etmesini

diliyorum ki ölü anam ve mavi gözlü babamın tahayyülünde

bir huzurlu hayalete dönüşeyim, işini yapan, seven

yıllar geçtikçe görünmezliği ve içindeki kara balçığı artan

ama oradan buradan çalıntı, kiralık düşler ve hayal katili

memleket de bizi artık görür diye eridikçe ışık veren

tıkırtılarım duyulsun diye mutfağın kenarlarında kraldan kaçmış

kırıntılarını arayan, üfleyip püflemeyi nefes sanan bizi, ben

beyaz bir bankta kapkara bir aile portresi verirken ölüme

karşı gözlerimiz gün geçtikçe daha beyaz devşirildikçe

zamanın, anın dışına doğru savrulan bizi tahrik ediyorum

oysa çokluk eriyor, tekbir getiriyor, çokluktan, tek bir ben kalmış

öyle kopuk ve kanatları kırık, bir gülümse üzerimde örtü

beraber titriyoruz, herkesin herkesi herkes sandığından öteye

Siyah ve Beyaz

sevdiğin midir düşmanın mı

senden başkası yaratmak isteyen?

kendini yedirme, bizim farkımız açlığımız

siyahla beyaz gibi değiliz

iki parti iki dam iki kadın yerine

tanrının organ mafyasının neşterleriyiz

zamanı kan kenarlarından kavrıyoruz

neşeni sev, acını da, avucunda sıvazla

Naci boyuna gelene, görünene kadar

hayatın kısa olduğunu gözümü kapadığımda

damağıma geçmiş takıldığını hatırlıyorum

seçim olacak

seçim arabalarının üzerinde başlarımız

sallanacak hem mutlu hem mutsuz

ileri geri, değişen olmayacak

aynı kalan olmadığı gibi

şeytanla karartma

açlığınla yaşat beni

kokular çağırsın renklerimizden

Düşkün Kelebek Dansı

kelebeğin aklıma yuva yapmasından yılları

dans ederek çalmayı

 müziği

gönlümde iki dişil devinime

ta ki düşene kadar

tutmayı

yarıktan kuru çıkmayı

ayağa tekrar kalkabilmenin erdemini

bacağımdaki kasın beni itişini

Mevlevi gibi döndüm

korku ve aşkla bir

bakışlarımın üstüne düşenden

çok görmesiyle

eriyen irademi hep kağıtlara bastırdım

bedenim

düşünmek düşlemekten ağır gelirdi çünkü

tekerleme gibi tekrar eden hayat

danstan ziyade yürümeye

şiirden ziyade nesre benzediği

içindi

kızıl ince bir çizgi çekmek istedim hep

 insanları affetmeyi

ve öldürmeden avlamayı nida ettiğimde

yüzüm şeytanın omuzlarına dönse de

takip edilirken kaybolmayı

severken sanata  dolanmayı

koza olmadan ölmemeyi

uyandırıyorum aklım iki kanat havada

vücut yerine söz yerine

tamah etmeyi

Silver

porcelain, the moment eyes touch

are we not flayed for the sparkle

underneath the flesh drying, thickening to be is

polished by passion

to be out of proportion for a metallic hue

to everlast the way

you are my object and I’m shiny yours

the mineral-soaked, non-smelling sworn seeping

out of inorganic moss of a silver tree

tongue with bells of bronze

dappled with pebbles and hopes love

bullets ringing nipples choking

grabs breath paths mouthing

for milk in ceramic

bowls of jaws and pallets, cuffed and clanking

are we not, pots and glass

of hearts and diamonds and brass

a chandelier of two bodies

as we decay one cog at a time

until rust takes over skin

heart over matter, forever petrified, forever dazzling

 

 

 

Üç Yüzlü

üç yüzümün bir yanı yanık, doğumdan ölümden

bir gözüm uyanıkken biri uyku, ikinci dua günahtan sonra

biri önce yokluğun mavi topu, üç yüz ile çarp

yıldırımla çarp, gerçekle çarp, et ete zevkle çarp

elimde, elin, elem, elimde değil

üzümü şaraba çeviren şarkı, beni söyledikçe kırışan alnım, kalkan kaşa

dışarı bakan gözüm açık yara, bir ya da üç yüzden katlandıkça

dudaklar, sözün sonu öpücük

konuştukça susan

bir yüz hep yalancı, güldükçe sırtında irkilen tüyler

gülen yüzün ak boyası, baktığım ve görmediğim

sen yüz sen ve sen kürem, yüzsüzlükte boğulana kadar

bembeyaz deniz, bembeyaz bahar, kalbimde yüz bomba

turuncu yumurtam, her gün beni yeniden doğuran unutkanlığım

yaşamı yaşımı beni saran karam, yargılanma cübbelerim

rüyalarımın hayata yalan yeşil geçirgenliği

üç yüzümün üç yanı, aynamın disko topu parlaklığı

dön de dönelim, elbet kırana kadar aklı

Görsel: Midjourney (Cihan Yurdaün)

Üzerindeki ve İçindeki Cam

sıkıştığın camın saydamlığından

sana bin dünya yansımış

yüzüne sürünen pullar beni

gören ruh dediğin elektriğin tanrıya

canlıların cama

yansıyan canını

her sözcükte pürüzsüz doğurması

görüldükçe kanatlanan

çocuklarımız olacak mı?

uyacak mıyız uyluk kemiklerimize

yürürken bizi çekiştiren şeytanlara

Allah deyip altına yattığımız melekler peki

sözcükleri yiyecek miyiz ıslak?

fanustaki balıklar ağzımızın sazı

sarı da şarkılar sevecek miyiz?

sevi işlerken nakış parmaklar

bir kadına sıkıştıran beni babam

beni içinde avlayan anam

yarattıkça bana dolanan o camın ardı

karanlık mı karanlık adem

kutsa ve kırılmadan bizi rafında sakla

kur kimsen

gönlün kimlere razı gelirse

tutulacağız hep ellere

hep gören ellere

Beyaz Diken

sen de bir çocuktun ve dağda öldün

kuşları ben uçurdum derdimi tüylere

soyundum sonun ucu yokmuş gibi

ölmek emek istercesine çalıştık

babamın alnı kırış bağrın iki karış

yat kalk secdeye cenaze bekle

açık yara ve koca boşluk ormanda

bir ördeğe değdim mermi ucu sandı

beni  ve ara ara fakirlerin sofraları

beni de yiyor kerpiç evlerden piçlere

utanmıyorlar çözmüyorlar beni

ağaçlara asılan kız oldum üşümek

başlık param çadırlarda katledilmek

beni avuçlarınızda kar edin sizden

ezildikçe dikleşen beyaz diken ben

özü kara yatan iki başlı kartal

terk edilmek öldürmek ve ölmek

azap yalnız tanrının kör gözü

görsel: Aleksandra Waliszewska

Kintsugi

bir kadın bir kader bir adam bir nesne bir neyse bir adım bir kadim altın kalbin

ne çizersen çiz, ne oturursa kucağında takılırsa kursağına kafana

odanın tutabileceği

gönlünden dışa doğru dişe dokunur

o dediğine sunuyorsun o dediğine hep, ya yüz yüz, elbise elbise

affedilmek sevilmek evrilmek dellenmek eller üzerinde taşınmak

aşınmak aşkla kaşıkla vurulmak oradan oraya

bir rahibe başını eğmişsen

utanmak çırılçıplak sen ve çevren ve kara peçen, nesnen neysen o

yırttığın kırdığın açıklar bıraktığın aralıklar delikler deliler

ve iç çeker çekirgeler inler gibi içe çekene

dadandık geri gelmiyor altın alacak paran da yok ki Kintsugi

ancak dönemediğinle dilinde zevkle kalan sarı sarı, neyi düzeltebilirsin ki?

yeniden mi aşk yeniden mi dilek yeniden mi ölüm yeniden mi yenilmek yeniye?

Oysterious

love has so many tongues running

in myriad shells

on sky-like surfaces, hills, and crevices

cupping with lascivious intent whenever a body is caught

on top of the top, inside and insight

 a crown is brought

oysteriously iridescent and slick

keep it because

doesn’t last, can’t lick life forever

the tongue has a limit, and the buds go numb

the mind has none

God has a nun; imagine only one swell

the body as a whole, the entirety, can’t always enthrall

cells give up, wrinkle, and shrink

eat time and can’t handle a drink

intoxicated, belittled receptacles

run naked in rooms of flesh only an inch square

a pearl

eternal to suck on is rare

error: Content is protected !!