Insipid Life

the central plan, the plane of existence

walking, talking, driving

the “I” hosted a cat, a friend’s father’s funeral

the Friday and how academia turns into a black hole

while you roll into a mere machine part manifest of the paycheck

while the transcendentalist naively, childlike, ran after the

blue ball bouncing endlessly towards the streets

the street car named desire

to say the stars are not eternal, nothing is eternal

except for the moment you forget in gleaming eyes

like perfect mackerel essence, you do not exist except

you do not talk about, you do not daddy talk about

fight club called life

for the moment you become one with your cigar, sun, unfulfilled

desired photographs feigning peoples

faking unlikes, un-passions, and pullbacks

nature already stillborn, inside is there insipid hope?  

Image: Julia Soboleva

İki Parmak Şeytan

pembe şeytanı dizlerime yatırdım başını okşadım

o her dokunuşumda bir oğlan istedi benden

ben ki oğlanlar doğurdum kızların içinden

suyum geç-erken dereler çöller kahvem tadıldı

ağzım dizim yandı saatim kumlandı durdu

*

doyamadım söze, kenarında bal dudakların

şeytanın çatalına çakır keyif bağrışına toynaklı ağıt

yaktım saçlarına uzun tel tel kuşlara özenir gibi

uçamadıkça zihinlerin güzel avrat otların bağrına

incecik korkulara ve iyiliklere tünedim şey-it

*

fırtınaları yarık bacalarımda tütsüledim ölmemeye

ciğerim her gece yeniyor beni kedilerim

yiyemeden şeytanımla gırtlağımıza kadar

inliyoruz üşüşen düşünceler ve niyetlere acımıyor

ahdımı tutan şeytanınki sadece iki parmak günah

Görsel: “Deadly, kindly, Truly with Me” by Naudline Pierre

Cingöz Ayartı

başın açıkta alnın kaşınıyor

saat başı bir çocuğun delikten geçiyor

birileri seni yazıyor kitaptan kitaptan

hatipten filmden yasaklı neşriyattan

imam bayıldı

patlamaz cızlar baruttan

kopya çekmişler,

“ahlaksız herif, zaafı var”

ağzı var yazıyor konuşuyor emiyor üflüyor

adres soruyorlar

apış arası sokak no 69

terbiyesiz dünya kurmuşlar

kuru kukuk kuşu kuru

yaşlar yanmış yanında

kurşun askerleri kurşuna dizenleri

vitrinlere dizerler dimdik

onlar bunları, israil filistini

rus ukraynayı, teröristler herkesi

sense öyle demokrat öyle özgür öldür diye

salyalı faydalı

sense kendi kendine

her sene bir yaş alarak çürümeye

çalışıyorsun eşantiyon adam

oysa almasan bir kahve, yemesen hamburger

ne güzel olacak

yaşlı başlı kaşlı elmas taşlı

iyi ki bir sarayın var içinde ve dışında

dilek taşı telaşı

alından iğne izleri karınca dua

“scan me”

lütfen bulun ve ayırın beni ayaklarıma

Nar Ekşisi ve Düşman

gel seni akşama everelim

karanlığını soy üstünden karı silkelenen tilki gibi

turuncu bir arzun kalsın, damla, leke

gündüzün hıncı çıksın, bir yabancı getir, bir düşman

aklı gölge ayakları geçmiş, yorgun nefreti

naftalin, güveler güveler ağzında

döne döne ışık, aşktan türemiş

kalbimiz ikiye yarılsın, elma gibi, nar gibi değil

nar yaramaz bize bıçağın kırmızısını bilemeyiz düşmansız

dağılınca sev gibimiz, beyaz suyumuz, gözlerin akına

ya bizden ya onlardan, ya alt dudağından

ya da daha alt dudağın

kopar getir, düşmanın sana zevk verecek ki

yaşamamanın bir manası iki ölümü olsun nar ekşisi

yıldızları içinde yakıyormuşsun kim silker

sen benim düşmanım ol yeter

Rigor Mortis

korkunun birçok adımı niyetlendirdiğini biliyoruz

açlığın soluğun kenarına yapıştığını

arzunun kasıkları maşa gibi kullandığı hayaline

tepe taklak olan düşünü ve giderek sertleşen

kaslarını ve ümitlerini ve imkanlarını

canavarla mecazi ve cinsiyetsiz sevişerek kırdığını

“rigor mortis” duyguların kırmızılı pübik döşeğinde biliyoruz

zevkle boğmak için İstanbul’un kadınlarını yanıp söndürdüğünü

tüm insanları mahalleme aşksızlık salgınıyla saldığını

isminle anılınca yokuşu çıkarken sırtımda gözlerin eridiğini

her adımla kendimi yedirdiğimi, terlediğin hayatın  

özün olduğu kara kısmının pembe yarığını sevdiğimi

adetini değiştiren ölümün gözlerinin yukarı baktığını

mavi kıçında dönen dolapların rahminde biliyoruz

Offer Something Lellouche

I met you in Wien

We were making love with my wife, but

Of metal, clattering on and off the canvas, sculpturing

Marionettes, mourning, and grinding pleasure over time

Shedding rust off of the Schiele-shadowed corridors of Belvedere

When the gold of Klimt only offered perpetuity in

Art, in passing

the climax a secession from life, the transient colors fading

Ofer

Something

Lellouche

A layer of my being charcoaled out or

Of bronze or wood

Offer yourself “por” favor, “por” trait, a sacrifice of the poor

Albertina always sounded luminous, expensive

A touch grandiose, glittering grounds

Lovemaking is an art in the bud of the tree mind

Nothing gets old; nothing gets a face

Features are only contrast, the juxtaposition of life

Already lived, already holly costed

I cherish the death in the Kiss

Art: “Self Portrait” by Ofer Lellouche

Ajna

I would’ve believed you

if you only had poppies on your forehead

like Ajna

but not the red eyes

if you just had green sprouts

instead of the word-mouth

the lying mechanics

but not the red eyes

the gaze-stuck

deceives your penance

the black organic smear blurs the vision

guilt like

on your shoulders

but the eyes

the dark blossoms of the soul

belie you

 addicted, sickly yellow

a green line, just a counter you are

there’s no consciousness

under the sun that is

in the corner of your mind

feeding the poppies

the sweet slumber, soothing

if not for the red eyes

I would’ve believed

Balık

kucağında bir hazine buldun

can dedin, deniz dedin, aşk dedin

oysa kalbin var diye parıldıyor her şey

 ölüm bile

senden turuncu

ölüm bile yanıyor

bundan cesaret alacak sonbahar

birinin yüzü hep sana kanca çocuk

neden hep yitenleri tuttun?

yırtılan ağzında söyleyemediğin renkler

doğduğuna mı doğurduğuna inanacaksın?

sen tanrının o senin kızın

fazlası İsa

ellerin mi gönlün mü yanıyor balık bilmez

sevebildiğin her şey

parıldıyor

ciğerinde nefes ölüm, nefse ışık karışıyor

Görsel: “Kırmızı” Hei Shan

 

Işık Ölüyor

Yankılandığını biliyorum, odalarında huzur diye

Kara sarmaşıklı duvar kağıtlarının delisiyle

Ölümü tatmış gibi sevişmeyi kokladığını

Dilini unuttuğunu, bir hayvanı kurtardığında

Bir boşluğa hep gözün daldığında

Bir ses beklediğini, yüzeylerin parıldamasını isteğini

Rastgele gülümsemenin derini yüzüp göğe gerdiğini

Tanrını avucuna alıp dilini değdirdiğini

Seni getirecek yüzleri beklerken kendini

Zamanın çekirdeğini kırmışken yitirdiğini

Üzülemeyecek kadar ağırlaştığını

Suyunun gözlerimde dinlenmesinden biliyorum

İnadı kesip İsmail’i kurban etmen gerektiğini

Üzüme

Koca bir ülkeyi yutmuşum

Ağzımın kuşu harap, tadımın bağ bozumu

Nar dereleri sessiz ağlarken kızıl

Başım dönüyor hep artık tek bir delikten gelen ışık

Çıldırtan çocukları yokluk çileden

Çıkarmış içimizden birileri hep ihanet ve

Artık düşler dağınık, yuvarlaklar var, güneş var

Kırk yıl geçmiş isimlerden nemli açıyor kapıyor

Kuruyor damarlarımda umudu

Yollar daralıyor, elimde bir adres, bulamadığım yer

Sırtımda gölgem, kalmadı istemek, ısırmak

Yer çekimi kabuklarımın arasında

Beni sığdırıyor tek üzüme

Adam ve Kadın ve Söylenemezler

Adam vardı kitap okudukça kadın

Olabildiğini düşünen kadın vardı

Okudukça adam olduğunu düşleyen

Olmadıkları şeylerin peşinden

Buluştukları mısrada babalarının

İlgisizliğini ve eril dilini ve sertliğini

Tokat gibi vuran kelimelerini ve bakışlarını

Nazi toplama kamplarına giden trenlerde

Çıplak oturmuş yaralı ruhlar misali kemirmeye

Benzeterek görülmek isteyen bulanık su içli ve içli

Şiirde her şeyi söylemezsin, bedeli olur

Adam ve Kadın

Senin acın hiçbir şey, seninki hiçbir şey esas,

Bir şey yok kitapta çok şey var ve haddimize değil

Acımıza kim kılıf örebilir, öpmeden yaralarımızı

Liderimizin ince bıyığı damın altındaki pembe ışıklı topa

Denk gelmeden kim gaz odalarına sürükleyebilir bizi?

Olmadığınız gibi olunuz

Görsel: Felice Casorati

Açık Yara

açık bir yarayı bekliyor

tuz mu merhem mi

parmaklarının ucunda getirebildiklerinden tekinsiz

biraz daha boynunu çevirebilse

biraz daha sevgiyle kavuşacak

damağını diş etlerini avucuna alabilse

gözünü gözüne değdirince

bir ani parlamayla

kıblesini bulacakmış

tanrının isimlerinden etiyle çalarak

doksan dokuz çerçeveden çıkarcasına

kalbinin sıkıştığı odaları ve baharı

ağzına alıp da ismini

süpürgeliklerde, eşiklerde, mobilya arkalarında

çizikler bırakıp yitmeden sıyrılacak gibi

izler, yarıklar, kırıklar

aşkın ve ölümün lisanında

kendini yaratıyor

yardan bin keyfilikle

görsel: Jen Mazza

error: Content is protected !!