Ben yaşımı bilmiyorum. Okuyamıyorum içimdeki ışığı, imzası kime ait aldanıyorum. Görüntüler gelip geçiyor ve zamanı kelimelerle bir yerlere taşıyorlar ama benim bildiğim yerler değil bunlar, ya unutmuşum ya hayal etmemiş. Yaşamayı düşlerken böyle değildim. Seneler mümkündü. Küçülmüyordu hiçbir şey. Benim sözcüklerin takılı kaldığı bedenler çürüyor, mekanlar dönüp duran ölümlü olduğum yeri deşiyor, pis işler, ruh bataklığı… Anama gidiyor kadın boşluğuna erkek yontusuna eğriliyorum. Sonumu tutacak yılanın kuyruğu ağzında daha… daha ne istersin? Bir kuyum varmış ve birikiyor gibi utanıyor seviniyorum, taşlar derimin beni çağırışı. İki zıttı tuttuğumda hayatın bir bilinmeyen köşesine bakıyor gibi bir anlık aydınlanma, orgazm, ürperen tüyler, zihnin ışıkları parıldıyor. Öyle anlık ki acıya mı zevke mi sığdıracağımı bilemiyorum. Hak etmedim, ne ödülü, ne cezayı belki biraz ölümü biraz huzur. Boş veriyorum, sıkıştırıyorlar, illa boğazını mı sıkmak lazım sevişirken dünyayla, boşluk, boşluk, atomlar arasında gezegenler arası insanlar arası sevenler nefret edenler arası kadar, kader ve keder. Günah demek için tanrı veya tanrılarla konuşmak lazım. Sessizlik oğlunun suyu kızının testisi… Randevu alamazken Allahtan, randevu evi gibi yaşamak melek dili dilemek: bir noktanın, gökte yıldız hayali. Sokağın kırmızı, bacakların kara, gözlerin vuruşuyor. Sakal okşamakla, göğüsten süt yerine aşk emmekle geçmiyor dünya, anlamı bir kağıt gibi asınca alnına, hep öbürü görüyor seni, diğeri, diğeri, değeri, kurmuşlar üstüne eyeri. Gözlerin gönlerin eyerli…İhtimalini boğazına sok ki nefes olsun. Kırbacını dilinden geçir okşa, köle ol seni seçen tanrıya, tanı ki tanın, kanser gibi. Peki ayna nedir? Aynın nedir? Ben diyorum harfler eriyor sen diyorum sen hiç yoksun sanki, öyle yanıyor içim.