ağırlık

üzerimde beton ağrılığı ah eden

kafamda sessizlik eski bir yankıdan

çöktükçe içime neden ben

ayaklarım, düşüncelerim, parmaklarım

üç beş çocuk sanki

karıncalanıyor tozların duasında

beni hayattan ayıran duvarların

tuğlaları, kırmızıları kalmamış

itfaiyeciler, köpekler taş sırtımda

uzuvlarım aralıklardan fışkırıyor

biri beni görsün de çeksin diye

kameraya, el, nefes, hu da hu

filizlenmek isteyen

başımı sallıyorum şehir sevmeden

güneş görmüyor

içimde çiçekler, çimenler

karanlığa sıkışan damarlarım

varlığımın atkısı ellerinde

birinin dünya yükü

duymadığım omuzlarımda 

inceliyorum ismimi yazacak kağıda

ki çıkarın beni ağırlığımdan

Görsel: Albert Guash “Landscape”

Buz Mağarası

çok soğuk ve karanlık masmavi oysa gökyüzü

bir hayaletin kuşbakışı fotoğrafına yaslanmış

Naci nefesin sıcaklığına duacı dudaklardan

yaratılmanın affedilecek taraflarını ayıplıyor

*

incecik dilimleri açılamadan çiçekler buzullara

benziyor zamanın kara kuyusu göz bebeklerine

insan maddeden can buluyor hayal ettiğini hep

detaylar kıvrımlar perdeler dönülmezin iktidarı

**

dapdar bir kimlik Naci geçirmiş üzerine üşüyor

baktıkça içinin karakoluna döne döne düşüyor

dondurucu bir huzur unutmanın çağrısı aynaya

alemin polisi çevirsin fikirlerde ateşi buza

***

Görsel: Georgia O’Keefe “Ice Cave”

biz

sırf senin diye sevmeye çalışıyorsun, ortaklık kurmaya, belki kırmızı bir çiçekle süslemeye

korkma, seçme hakkı verilmedi, hiç kimseye, ayrıcalık tanınmadı, yüz hatlarından başka…

kucağında bulduğun canavar da seni düşlemiş, ifadelere aldanma, sözlere ve yargılara güvenme

bizim gözlerimiz senin hissettiğini göremez, yaşadığını tadamaz; biz canavardan da canavarız sana

değişir diye düşünüyorsan, umuyorsan, bir pençe çoktan masumiyetini yırtmış demektir, birleştir

mesafe günahtır, günah varsa, ilk tanrı işlemiştir, dünyayı yarattığında: siyah başka, beyaz başka

günahın şekil bulsa, sürekli af diliyor olsan böyle görünür, çocukluklara bürünürdün inan

tutamadığın, geçip giden onca şey arasında, ağzını  akıntıya açmış kocaman bir balıksın bak

bir resim, bir anı, bir zıtlık, parlatıyor düşüncelerini, belki bizim şeytan sana melektir

gönül dediğin, neye çok yakınsa, neye çok yakınsa ona tutunur, aşk sıkı sıkı tutunmaktan başka nedir?

görsel: Omar Rayyan “The Favorite”

 

Ölüm Olmamalı

birbirimize yalan söylüyoruz ki

kıyılarımız hep bu kadar belli

ve suyun ikliminden uzakta

taşlar kadar sert kaderlerimiz

bitiştirirken biz boşlukları

suretlerimiz görünmez

birbirimize

iki nefesle rüzgara

vurulmadan renk renk mesafeler

başka ufuklar örüyoruz  ufukta 

bizi bağlayan nokta

ölüm olmamalı

kumsalımızın bittiği çizgi

Görsel: Edvard Munch

Yeşil Elbise

yüzünü yüzünü çeviriyorsun

bir derdini uyutmak ister gibi

oysa başındayım

aklın

yüzünü hüzne yaslamışım

sırtımda koca bir şehir

düzen yok diye inleyen

bilinç-altım-üstünden

soluyor ayakta dururken

gözlerin

pencerelerden

koyu, gölge, ellerim cebimde

izlendiğini bilmek

her bir parmak endişe

hastalık, azlık

soluk yastıklar, yıldızlar

kaçamadığım sen

tanrım aç şu panjurlarını

işaret etimden ayır bakışlarını

altı boşluktan

istediğin yeşil elbise ben

Görsel: Lucian Freud 

İşaret

yüzünden düşen bin Mesih

yanık dudaklarında karanfil

rüyaların kızıl kıvrılırken

damarlarında görünmezlik

sen ve senden öte

güruhlar, kavimler, katiller

geçmişe bakan bütünlüğün

gölgeni yedireceğin geleceğin

ocağında iki yüzlü tutkular

işaret ancak işaret yakar

ey yol gösteren!

kan tükürmeyi bırak da sev

satıhta bıraktığın suretleri

avucumdan su içen resminde

çıplak bedenin iki yöne

eğilmiş dumandan bir nehir

mülteciler akıyor ölüme

Görsel: Jeff Simpson

Balık Sırtı/Isırdı Oğlan Yüreğin

yağmuru çalmaya yeltenen

yelkenlerden ellerin evlerden

evvellerden kalma pembe dillerin

saydamlıkla ilgili çekincelerin

hiçlikten parça koparıyor içimden

balık sırtı oğlan yüreğin

ıslandıkça köşede bıraktığın neşelerin

güneşin eksikliği seni ürkütünce

soba, yangın kalp, radyatör, adam

kanlı canlı kadın, bir organik yapıya aç

metal pullarının damlaları öteleyeceğini

bile bile dışarıya bu kadar bağımlı

korkularını yutkunuyor susamadan

balık ısırdı oğlan yüreğin

***

oysa hiçbir şeye ihtiyacın yok Naciye

ansızın gözlerini alev açmış

sudan başını çoktan çıkarmış nefesle

kendini bulduğun bedenin

eziyetin çoğu su sadece su herkes su

balık sırtı oğlan yüreğin

bulantılar, seller, taşkınlar su

gök soygunculuğuna meylin ondan

bulutları sağmak için ufak 

mutlak bir açlık için yüreğin çok ufak

yağmurun bile ellerin su

balık ısırdı oğlan yüreğin

denizleri üzerine sarmanın meddücezirlerin

sarılıp sarılıp bırakmaların sonu yok

düşeceğin denizlerin diplerin

***

görsel:Andrew Blucha

köşeli

kelebekleri çıkarmak için

karnımın orta yerinden bıçakların ulaşamadığı

aşkı yaratan falcının fosforlu gözleri

delip geçiyor geleceği

tuttuğu karaciğerimden kutu

okur gibi keskin

günahları örten

bir sevgi, kardan dudaklar

içkinin ince teninde

köşelenirken köhnelik

içinden geçen bacaklarımdan

yürü yürü yürü

ulaştığın zirve erittiğin

nefsin buğusunda 

gömmek için için geçmişi

sarınmak peygamber derisinde

İsmail veya İshak

gömleklerimin dikişlerine

asılmış diş perimin dişleri

bir hayvan katledercesine sevdiğim

Görsel: Daniel Pitin

pasta gece

büyük bir yıldızı olsun isterken

tozlarına hapşıran biri Naci

civciv yürekleri toplayan

perileri ormandan kaçıran yamyamlar

sırtlanlar onu ısırmıyor

kocaman bir leke şehrin

kirlenen çamaşırında

şeriat getiren kara kediler

turuncu kabaklar başında

beyaz çarşaflar hortlaklar

debeleniyor gecenin örtüsü

altında karesiz ve buruşmuş da düşünceli

olunca görünmüyor gittikçe

marketlerin boş koltuk aralarında

karıncaların sırtındaki onca yüke rağmen

tek bir yolda ilerlemelerini

insanlara yüklüyor

mum ışıkları doğum günlerinden

paketlerini taşıyor pastacıların

çilekler sürüyor üzerlerine

kremalar içinde köpüklü ağzı

gözlerini kaçıranları kaçırıyor

öyle bir kara kuyusu var bir

değirmenin buğday teninde

tıkıştırdığı pamuk kadar yumuşacık

evleri kadar evlenmek isteyenleri

fiziksellikten sıyıracak şahane

avluların duvarları elleri

turuncu ruju

öyleyse tut dalından indir

kediyi mavi elbiseli geceyi

Naciye ol kadın kıyafetleri

sözlerin parmak araları küflenirken

gel bizi oynamadan biri

karanlıklar karınlıklar olalım

görsel:Hernan Bas

yavruağzı

yavruağzı her yanım

süt dudaklar açıp kapanıyor

hayalin kapıları 

kuşları kedilerden ayıran

dev bir perde elbisem

fırfırlı gözlerim uzaklarda

ışığın dili olsa inse

kırmızı gagası 

göğsüne kadar bir güzelin

beyazdan siyaha ahlarla

tüylerini dökmeden

iki köpek 

biri aç biri niyetsiz

pürü pak kovalasa

içimden geçtikçe kuruyanları

ölü doğa resminden başka

bir çocuk kaçıyor

benmişim hayvanlar

günah benmişim gibi

savunmasız yavruağzı

salonunda curcuna mahşer

inanılmaz kediler altında

aklımdan büyürken

merdivenler sadece zaman

ve neyi görsem vahşi

yalan söylüyor yavruağzı

dünya bizim değil

hiç de olmadı

Görsel: Guillermo Lorca García H.

geçemiyorum

herkes çok güzel parıldıyor

herkes yangının bir köşesinden tutmuş

yandıkça gülüyor, güldükçe harlıyor

ateşten kelebekler ürpertilerimi

sen düşleyen ferden

gittiğim yerleri çizerken

yanık yanık

kalbimin renginden çok derdinden

derin mi derin

her şey için çok geçken

geçemiyorum ben eksilmeden

uzvumdan, halimden, hareketimden

yana yatışımdan

ölümü düşündükçe küçülen

yüzüm, çöken çenem

çıkmayan sesim

unutulacak dokunuşlarım

ve dikenleşen düşüncelerimden

geçemiyorum

o damarlarından, içinden

seni bana tanrı yapacak tanrıya

Görsel: Phil Hale

öpmüş

tek bir kadının ağzını öpmüş

o da büyümüş

çoğalmış erguvanlara dönmüş

hayallere tutunarak

dallanmış budaklanmış

dehlizlerinde kaybolmuş

şimdi eflatunları, lavantaları

arıyor

köşe başlarında

alınlarda

bina yüzleri ve kasıklarda

kurutulmuş

o anı bekliyor

parmaklarının dudaklarında

bir jilet kesiği

iki yol göz yaşı

iki kırmızı çizgi

Görsel: Heather Clements

 

error: Content is protected !!