geçemiyorum

herkes çok güzel parıldıyor

herkes yangının bir köşesinden tutmuş

yandıkça gülüyor, güldükçe harlıyor

ateşten kelebekler ürpertilerimi

sen düşleyen ferden

gittiğim yerleri çizerken

yanık yanık

kalbimin renginden çok derdinden

derin mi derin

her şey için çok geçken

geçemiyorum ben eksilmeden

uzvumdan, halimden, hareketimden

yana yatışımdan

ölümü düşündükçe küçülen

yüzüm, çöken çenem

çıkmayan sesim

unutulacak dokunuşlarım

ve dikenleşen düşüncelerimden

geçemiyorum

o damarlarından, içinden

seni bana tanrı yapacak tanrıya

Görsel: Phil Hale

öpmüş

tek bir kadının ağzını öpmüş

o da büyümüş

çoğalmış erguvanlara dönmüş

hayallere tutunarak

dallanmış budaklanmış

dehlizlerinde kaybolmuş

şimdi eflatunları, lavantaları

arıyor

köşe başlarında

alınlarda

bina yüzleri ve kasıklarda

kurutulmuş

o anı bekliyor

parmaklarının dudaklarında

bir jilet kesiği

iki yol göz yaşı

iki kırmızı çizgi

Görsel: Heather Clements

 

tostoparlak

elbet birisi en önde ölecektir

birinin değeri

paranın iki yüzünden

mızrak vakti geçecektir ve

adamlar ki

yusyuvarlandıkça gri gömlekleriyle

kel ama etli butlu

birini biri elbet hep İsa seçecektir

dinmeyen acılar

gözlerin üzerinde

yuva yuva kapaklanırken

arkamızda güruhlar kısılmış

yerin için bir arzu, bir keyif

bedenin fikirlerini çürütemez ama

huşu dediğin o sıkışıklıktan ırak

ter kokusu, kan kokusu

senden zevk alanlar tostoparlak

cinayet içinden inayet bekleyenlerden

ey bağrı delik tanrısı koru

görsel: Johannes Gruetzke

kırmızı lahana

ne getirdiğini bilemedim hiç

umuda benzetsem fazla kırmızı

aşk desem fazla görünür

elinde tutamazsın

dünya doyurmaz kimseyi

kapı aralıkken 

kaçtı kaçacak

Klimt desem klitorisin

saçların kıvır kıvır kızıl  

bir ziyafete katkı ziyan ötesi

açlık kalbin kendisi

o kadar çok seçim arasından

senin yüzün yaşlılığın

odama alıyorum aklımdan

sırrını çıplaklık giysini

sırtımda omzumda yak

ufak şişeler ağzında ağzım

zehirli dudakları sür sürgüne 

renklerle gelsek beraber

küçük ölümlerin diline

mordan başlamaz kadın olmak

büyür de büyür

içini güldürür yüzünü değil

yarım deve adımları üzerimde

açmışsın sonsuzu köşende

çiçekler eziyetler aşkın  

beni sat, beni özle

herkesten önce gizle içinde

Görsel: Leonor Fini 

bir serçeyi sevdin diye vurmadılardı seni

zarif bir adamdın

ifadeleri düşünerek kelimelerini seçer

gerekirse kendini yerinden ederdin de

kırmazdın, kırmızı yüzünden

kimseyi, kimse yaşardın

bir serçeyi

sevdin diye vurmadılardı seni

kedileri öldürtmedin

kadın odalarında yarı çıplak

dürtmedin niye

tül perdeler altında bin yatağın üzerinde

haydi gel ölene kadar diye

hassasiyetine has bir estetik kaygıyla

dalgalanıp dururken

zihninin denizlerinde gelgitler

seni boğdular en çok

imgeler

harflere karışırdı küfre yakın

başka vücutların kıyılarına

dek nüfus ederken usulca soğuk

bir kalbin rengi gibi konuşurdu

gözlerin

derin bir karanlığın bekçileri

bilemezdik içinde kim var kim yok

ruhunun sahibi kim

görsel: Hernan Bas “Red Herring”

minyatür kölesi

bir minyatürün köşesine sıkışacak kadar  

birkaç beden şekilsizden şekilsiz

bir adam kaplumbağa terbiyecisinden önce

elinde sopa yok ama seni dürtüyor

resim yapmak yasakmış gözünde dili var

şirk düşme sirke git dercesine

hadım ağasının çenesine vuruyor

odanın tek boyutlu şehveti

tam bir ucube macunu sürülüyor

başında anan bekliyor sanki

mavi melek elbisesinden tut çıkar

kaldır onu

dürtülerini pastel renklerde

soldurmuşlar o mu bu derken binlercesi

havvasını köle pazarında seçen ademin ardında

havasını alan adem şövalyesi

maskenin ardında bir tanrı var sanki

kırp kırp göz kanat kırp

yeşil kapının ardında

dişlerine bak diyor saçından önce

kılıcın kınında bahçeye kadar

iki sürahi bir kapı

ya yanlış seçim yaparsam diye korkan

cengaver cenk etmeden ölür

hem de bin kere alim olmak isteyenin

akıl kerhanesinde defter dürülür

sayfaların o uçları kıvrım yılları

karınca duası elinle kapattığın yerin altında

ölüme iksir aradığın yuva

yağmur

seçemedim yağmurun vurduğu

yerleri

alacalı kaldı aşk

kırmızı meleklerle 

soyunmuşum gözümde

çeperlerim senle ıslak

bir deri bir kemik

ayrılık bir yüzüm olsa

bağrıma ciğerime

eve dönen aydınlık sütümde

gel tat beni ıslağın kokusu sinmiş üstüme

ya arzu ya da gözyaşı

akarken oluklarımdan anam

döktü içime bağıra bağıra

kaç kere ölse de başucumda sıcak   

bir anı taşımış dilime

düşün nağme

belki ben hiç ölmem

bir şarkıya ait olur

dilinden asla dönmem

ey tanrının gümüş çocuğu!

acımasız olma şimdi bu kadar

dua dediğin avuçlamak

apış aran da ne bulduysam

duymak kum gibi 

herkimsen başımızda dün gibi

yarının unuttuğu

yıllar yırttıkça derinden

durma dudaklarında çoğalt beni

Görsel:Jean Fouquet “Virgin and Child Surrounded by Angels” 

ihtimal

benim dünyamı düşlemeye

astığım kabanımdan, kaba etlerimden önce

bu şekilsiz ve karanlık odada

eğrilirken bakın bir

terkedilmiş gardırop aynasının

buğulu perdesinden

bir ihtimalin dans pabuçlarına

tangolara burun kıvırarak

bedenime küçülürken ihtimalin

yansımadan

geçen zaman tozlaşırken üzerimde

sevişmekten imtina edeceksiniz

sana seçtiğim kapkara koltuğun kucağında

gözlerimden devasa düşerken memelerim

bakın o adam ve kadın içinizde

hala yaşıyor mu?

duvar dipleriniz, tırnak aralarınız

henüz gömemediğimiz ölülerinizle

gözlüklerinizdeki derin gölgelere

rağmen lütfen, lütfen

ıslak ve oyuklarıyla karmakarışık

dudaklarınızla beni

arzu edilmediğim kadar öpmek istemeyin

ben bir kez daha balerin doğmadan

Görsel: Giorgos Rorris “Potentially”

İğde Kokusu Vurmuş Bizi

haramı seçmişsin dudaklarında zevceler

raks ediyor, adamlar var kadınlar nemli

güneşin aklında yanıkları ayraçlar

açmış oysa sen varken varaklı akşamlar

zevkin köşeleri evimizin direği

sürmeler çekilirken gözlerine bir çift cin

geçmiş ciğerlerimizden kırmızı denizlerle

meçhul suretlerin masum hayatlarında

hep biri geliyor üzerime sen değil

bir hayal bir beden devriliyor

sürdürülemez akşamlar karışırken kara göğe

o uzuvlarına gençlik, görünmezliğin düşmanı

sarıldıkça sızlayan hep bir başkası

gönlünden düşen taş, tepeye taşınıp taşınıp

sabahlar gibi iğde kokusuyla inen

su yolunu bulur bir adamın

sırtına tanrı yazmışlar

arıyor elini yüzünü aynasında vakitler

dövmeler, inlemeler, zevklerin derisinde

kumların aşk acıları istiridye içinde inci

çekip çıkar da kurusun günahlarımız

öyle ıslak ve içten küçük ölmüştük

hatırlamak yaşamak dünya dünya içinde

Görsel: Bernadette O’Sullivan

error: Content is protected !!