Ağrında Ev Düşüyor

Evini sürekli uçurumun köşesine taşıyan sen

Dalgalardan, heyelanlardan şikayet eden sen

Bir rüyadan çıkarken aklını kirleten el alem

Naci, acemice isteklerin kırkında kırılıyor

Olmak olmak demişsin Danimarka kıyısında  

Fiyort almışsın zihnine, iki yakan bir değilken

Kuzey’in oğlu kanatlanır sen ah et düştükçe

Sahilde deniz kabuklarını çiğnerken ağzına

Kan revan ihtiraslarına yıkılmamış duvarlarına

Sür ıslanırken dalgalarla sen anca dalga geçerken

Eviriyon çeviriyon çaktırmadan çakılıyorsun

Başını bağlamışsın ağrıdan çıkamıyorsun karşı

Bir pencere kocaman bir ufuk yer dans ediyor

Ayağının altından kayan yıldız anbean sen

Naciye’ye şükret, gümüş köpüklerinde her akşam

Eve gelen düşüne, şükret parça parça bölünmeyen

Kendine has bir takım takıntıların gemilere

Yolculuklara inanıyor, fakat evin tam bir çelik

Yelek ve sen üşüdükçe vuruluyorsun kalbin delik

Deşik eşiğinde doğmamış çocuğun beşiğinde dört

Yöne ayrılmış yerli hikayeleri, kum taneleri

Savruluyor sen düştükçe küçük kuyunda baban el

Yapıyor gel ben ol, vaktin gözünü kapa dilinde

Evinde duruyorsun biblo gibi el gibi ağır mı ağır

Görsel: Wayne Thiebaud

Koru

bizden koru beni

bakire tanrının izcisi

görmediğim nefesinden başımı  

ayırmadığım dizinden koru

bir duanın renklerini ayıklarken

seni çıplak omurlarından tutmuş

uyku yakanı kirletir diye

sert mi sert koru

yuvarlağıma, ağzın dilin değiyor diye

zevkle korkunç bir şey tanrım

sopan, kafamdaki mavi gözlerin

kasıklarımda izi buzdan dişlerin

açıkta değilim, rahminde üşümek yok

sana bürünememek kış değil

ak teninin karaya çaldığı deliliğe

ölmüyorum, özlemeden başka bir mevsimi

kurban ettiğimiz aylar, ayinler, ahitler

bir tapınak şemsiyenin altında çıplak

koru bizden bizi   

görsel:Glenn Brady

Nardan Işıklar

cennet bekliyorsun dizlerinin üstünde

elleri var ormanların ve büyükler meyveler

boynunu bükmüş sakalına küsmüş adam, adem’in elması

yanı başında yüzlerinden birini istiyorken

bir tanrını ayaklarının altındayız farz et

güllerin olmadık yerleri gözlerini delmiş

ezildikçe karışıyoruz, üzümün şarabıyız de

o kadar renk içinden uyumayı seçtik farz et

başka birinin cenneti açılmak üzereyken

ağaçlara tövbe ettirirken yanar ya için

hep üzgün yüzünü gösteriyorsun biliyorum

oysa mutlu olduğunu

oysa sırtımızı verdiğimiz evimizde

kozamızda her sabah dirileceğimizi

çiçekleri toplamak için geceyi beklemeyi

ağzında pembe kırmızı kekremsi bir tat

rüyama girdiğini, çıplaksın biliyorum

dönüp dolaşırken benle insanlar arafta yaşıyor

nardan ışıklar aydınlatsın sevgimizi

görsel: James Jean, “Cennet”

Taş-Sarı

bir günah ki içinde sarılmış

sarıymış ve tövbesiz olan kadın

altından harelenen ıslak 

utancından kırık

iki adamı sevdiğinden daha çok

bir tanrıya inandığından

sırtında bembeyaz bir yük var

diye dönmüş

kamışı ağzında neyzen

duvar ahengi bozuyor

dervişler dönerken gözlerinde

dile getiremedikleri adamın boğazında

ilmik ilmik olmuş

hatta olmamış ne varsa

gölgeleri tutan bir kukla ustası

gülümsemesi iplerinde ölüm

ve dev anası ve devler ve devlet

gülümsüyor kara bir deliğe

çekiliyor uzuvları, aklı, ruhu, şehadeti

şiddeti sevmekle bol pişmanlık

izin vermiyor ülkesi çekirdeğin

açılmasına sararmak yerine yeşermesine

ilk taşı en çok sevişen adsız

Görsel: Bahram Hajou

geceyi içiyorum iki kere

yalnızın dudaklarından elleri morarıncaya kadar

geçmiş gecenin deli uykusuna uzanan kan emici

güzel adam doldurduğun evin önünde ahını bardağını

mavi gözlerini denizlere yatırmadan

uzat uzatabildiğin kadar tertemiz bağrından kırmızı

kanını emdiğin tüm kadınlar özlüyorken şehrinde seni

dili döndükçe arzular yanıp sönen pencerelerde ışıklar

Görsel: Catdogville “drinking the night away 2” 

Özür Dilemez Yangın Sevici Yok Tanrılar

sigara parmaklarını yakarken

yakılmayacak şeylerin düşünü kuruyorsun

ki mesela düşlerin, düşlerin

parmaklarını tutup çeken beş peri

beş farklı yok oluş şeklinin etrafında dans ediyor

aşık olmak

aşık olamamak

unutmak

unutamamak

bedenin iradene galip gelmesi

sayamayacak kadar çok tövben oldu

içtikçe yok olan umutların fışkırdığı pınara

ağzını dayaman

oksijen hem ölümdür hem de yaşam

su, su özür dilemez

çok bilmiş bir adamdır hep yalnız kalan

kadın hissettiği kadar büyür

ve üzerlerinde sigara söndüren deli tanrılar

çünkü yoklar

ve ağlamak söndürür yangınları

derimiz kurumadan, nem var kuzum

gel kurban edelim, gel kurban olalım

Görsel: Armand Seguin, “Yapma Cennet” (1895)

yengeçvari kırmızı kadın

yalnızlığımı kırmızıya boyadığımda

biri geliyor ve öldürüyor beni kadın olduğum için

sahillere yakın yerlerde uyuyor sırf zırhıma inat

dağların kararmadığına özen göstermek için

gölgemi sürüklemiyor, bulduğum denizlere bastırıyorum

kanın dağılışı ebru sanatımın ahengine denk

gelince de ellerimde tuttuğum başımın ağrısı

babamı, anama sevdiriyor ve bir döl denizinde uyanıyorum

yaratılışın tanrının kasık ağrısı olmadığına

kolay ikna edilebilecek bir yerde değilim çünkü

ağzımda ıslak tuzlu bir tat yapış yapış

ciğerlerime, sevdiklerime ve saçlarıma bulaşırken

küçük körfezimde düşlerle yıkanmak ve

yengeçvari bir yaşamdan arta kalan yan yana

daha az cinayete nefes almak için duruyorum

görsel: Owen Gent

aşk ve kelebekler

ağaçlarımızın güneşi yuttuğu sabah

yaprakların dilindeyken henüz yangın

gel kaçalım seninle çırılçıplak

tarlaların sapsarı tüylerinde

sakladığımız çocukları alalım yazgımıza

durmayalım da öyle çok durmayalım

efendilerin kırbaçları kurumasın

dünya hala parmak uçlarında

ölümün gözleri kapalı

iki gölge gibi koşarken parıldayan

dipdiri uzuvlarımız, niyetimiz

tut ki kanatlarımız, kardinal kuşu ayinleri

kırlangıçlar gırtlağımıza kadar aşk

taşıyor ve kelebekler

renkleri tutuyor biz karışalım da

adamlara kulluk etmeyelim diye

görsel:Kerry James Marshall “Vignette”

hafızamın ıslak kenarları

hüzünlü bakma öyle 

yaşamının parçaları ağzında ıslanıyor

açlığının şekli yok çünkü

bir şey desen seni isteyecekler

sussan gönül razı değil, şiirmiş

vişne çürükleri, sevdiğin renkler vücudunda

kelimelere dönüşüyormuş ölmeden, dokunuşlara ahlaksızlar

diyen ilk insanların edep yerleri, incir yaprakları

ve şeftali yok ama nektar var, yakınsın

bilemiyorsun ki doğru mu yakaladın yelkovanı

kendini sunduğun hep birileri var yok arasında

sırtındaki yükü, yüzündeki insanı iki kere koymasalar

çağırmasa aklın seni

kitap koymasan bulutlara kızıl gözlerinle

yakınmayacaksın iki taneyi bir ağaca

iki kuşu bir taşa kurban etmeyeceksin

ellerin kirli diye güzelliğini unutacak değilsin ya

içinde ne varsa taşıyor bize çünkü

en az bir kez sevdin sevildin

görsel: Alexandra Waliszewska

Alev Beline Kadar

bir kişi olabilmek için çok kıyıya vuruyor

dizleri hep yosun ve kaya balığı

ellerinde pullar, dudaklarında tuz gözleri

deniz yıldızı vurduğu kaptanın kalbi iri

bir dişini gemiye bağlamış

yedi yaşında beri çekilsin istiyor

çekilsin uzaklara, en kara dibe, aşk körfezlerine 

ölümü o kadar korkutmuş uzuvların içine

ancak beline kadar çekiliyor 

ay gelince adet görsün alev alev

kan revan öyle büyük ateşler

aklını başından alınca saklanıyor da

ancak beline kadar, ışısa yeter

sarsa onu deniz anası, Anya’sı, suda kıvılcımlar

dilinde kelimeler, köpükler, kudurdukça

yangına değil de küllere, sövünce belki

oturduğu kayalıklarda gece olur

evi yıkılır yakamozdan yapılır düşleri  

yeniden doğar baktığı gökte taşlarda yandıkça

çerçevesi kıpkırmızı, bembeyaz içi

huzur çenesine dayadığı avuç içinde  

görsel: Hernan Bas “Deep in the Dark of Texas”

ejderha pulları dükkanı önünde

ejderha pulları dükkanı önünde

dünyanın ismi yok ağzını kızıl açmış

bekliyor rızkını bir canavar ki

dostlar alışverişte görsün

biz miyiz ikimiz yalnız?

adımların altından, henüz çürümeden

kokular yükselirken bir vakti anımsatan

kollarımızda bahçelere düşmüş, sen-ben  

portakal ve kiraz çiçekleri

yılan gibi döne döne 

sarılırken şehrin yirmi bir aşk şiirine

neon lambalar yağmuru tutuyor bize 

kaldırımların taş kalplerini

kırıyoruz çiğnenmeden

gıcırtıları kemiklerimizin çiğ mi çiğ henüz

harfler titrerken, poşetin üstünde

yüz gibi gülümseyen bir şey dalga geçiyor

plastik bedeniyle etimizle

elbet öleceğiz diye şimdi güzeliz

görsel: Holly Warburton

Pepe’ye dua

iftar gelmemiş kadın ölmemiş

ağzımız kokmuyor

ufak canlılar sevdiğimiz

tanrı bellemişken bizi

anam ölmüş onu her düşündüğümde

tanrıyla rakı içiyoruz

ve bir günümüzü geri veriyor

tövbe edeyim diye

yirmi sene nerdeyse dilim kuru

Müslüman ol  bir kez daha diyor eli yok ki

vursun yüzüme

kırkında peygamber

sarılıyorum öpüyorum

kim severse beni çoğalırız diye

kaşıklarla çıkarsınlar beni çeperinden

yatıyorum sol yanıma

kalbin kırmızı izleri can

gökyüzünde bir yüzü arıyorum

işaret etsin sonsuzu uzuvların güzelliğinde

o kadar geniş ki bulamıyorum

seviştikçe boşluk

iğne ucu aklım, karınca duası yüreğim

düşünmek Pepe’nin yokluğunu

istemek mi, öyle düşüm olsa

açmışlar içimi nar nar

yokmuş içim, çokmuş içim

duy diye uyan diye, tırnaklarım

bıçaklar, biliyorum her yanıma

korkunu bileyim diye

kara suratın herkese aynı olsa da bana tek

kimse daha duymadan

Romeo’nun Juliet’i gibi

okudum, dilin kemiği sivri

yaşamak yetmiyor ölmeye

tüm ziyanlara istiare ile yatsam da

bana biri gösterse bu ölümlerin

kalımların manasını

gel seni yaşatayım şiirimde Pepe

ama sen gene de lütfen daha gitme

içim hala kapkara tüylerinle

daha uçacağız karga dillerinde

Görsel: Diane Irvine Armitage

 

 

error: Content is protected !!