Kanatsız Kuşlar

kara sakallarının ardındaki kızıldan öte

çattığın kaşlarının saklayamadığı

benliğinden taşan tüm renklerin kör noktası

kucağındaki o canavarın gergin ifadesi

dinmeyen arzularının bulduğu biçimsiz beden

ah Naci, neden sen hep eksik doğurdun

kanatsız kuşlar, ruhsuz insanlar israfın sesi

kendini yaşlı bir tanrı gibi unutabilmek için

saklandığın dünya ağzı mağaralar kuruyor

yarattığın melun şiirlerin çekirdeklerinde

oturduğun tahtta dinleri çiğnerken gözlerinle

sarıldığın hilkat garibesi senin bir yüzünse

bir hicran, bir kadın, bin kadın sevse de seni

kurulmuşsun tanrı çiğliğine doymadıkça

canavarlaşan aşkın ve senden çalan nefsinle

gel bir keşiş ol sonsuz, keşfet iz düşümünü  

karanlıkta el yordamıyla yaşayan sevginle

Görsel: Jeff Simpson

İrkilmemiş Kedi Naci

sardıkça omuz başlarını toprak

dudakları ateşin imanından

ürker mümin mahluk Naci

 

bir kedi bile yaratamayacaksın ki

tanrı kollarından tutmuş silkeliyor

düş bir düş diye başlangıcın ağzında

dilin döndükçe bıyıklarını ıslatıp

teslim oluşun yumuşak dokularına bırak

patilerinin en pembe yastıklarını

 

uyku dediğin nedir ki varlığının

titredikçe zelzele yaratan tınısına

pansuman tadında bir yalan

tanrı kedi o tırtıklı dilinden

ancak istediğinde sever seni Naci

hiç okşandıkça irkilmemiş benliğini

 

iradenin cami duvarlarında köpeklere

yalatmışsın gençliğini unutmuş

adamsın sen sakalların beyazladıkça

öfkeni kış uykusuna yatırlarda 

sinsi dokuz canını kurban hayvan

dini gece kılıklı vaiz Naci

 

aceleni çocukluğuna gömmüşler

emzik gibi tekrarlarsın parkı

kediyken insana dönüştün babandan

sana bir masal mavi gözlü

dönüşüm ve doyumsuz bir korku

tırnaklarını geçirdiği ağaç yaşlı adam

 

sardıkça omuz başlarını toprak

dudakları ateşin imanından

ürker mümin mahluk Naci

Görsel: Hieronymus Bosch “The Temptation fo St. Anthony”

Çakıl Akbaba

denizlerinin kenarında

elinde ıskalamak için

yeşil mavi gözyaşları

biçimli ince çakıl taşları

yüzeyinde tutarsızlığınca

titreşimler zamanın endişeleri

su çekingen çarpar aceleci

ellerin yüzünden bir sonrası

bir sonrası huzur yok

hep bir gün sonrası var yok

ıslıkladığın soru çok

uzun koridorunda yürürken

sonrası ıslak odası

azcık yumuşasa dünya

avuçlarından kayıp gitmeden

meteorlar, kuyruklu yıldızlar

sığdıracağın damarlar  

yollarında katılaşırken

isimler tıkadığın kaya diplerine

elinin altında  sap sarı güneş gibi

çölleşen bir göl çekilirken  

Ey Naci, seni bir gece devasa

bir akbaba kapacak

duymayacaksın kanı  

can atıyor gölgesi şimdiden

o aydan göğsünün çevresinde

şimdiden ayrısın ya

bir illüzyonist tanrının

herkese unutturduğu sekizsin sen

sonsuzluk beklerken eksiksiz

fırtına yemiş sevilmemiş gemiler 

Japon balıkları gibi

sabaha yakın rüya yan yatmış

Görsel:Joseba Eskubi

 

Bulut Patlaması

gözlerin kocaman ağızlar

tırtıklı ve aç

çılgın bir körlük taşıyor

seni sindirirken şerrin renginde

ağzın kulaklarına varmış

jiletler geçerken içinden

sözlerin kesildikçe

kasılıyor tükürüyorsun

aldatmaca tadında düşleri

dudaklarında iki üç buse

var sanki yok Naci

yüzlerce geçmiş

ısırıp da alacağın dünyalar

hülyalar zırhlarında çürürken

dişlerini gıcırdatıyorsun

ses sırf sana aşikar

gıcır gıcır bedenler

acını tutamayan ciğerin

ellerin ayraçlar, omzun yas duvarı

yaşamanın ağrılı çekirdeği

kalp değil bir irkilme

durmak bilmeyen ama duracak

bir tutulma korkusu

kırıyor akşamı mavisinden

ölümün dizlerinde

başın baş değil bir bataklık

kara ve iktidarsız

Görsel: Nicolo Samari “Nubifregio”

Soyulmamışsın

şehrin parçalarını taşır
hicranları yüzünde gördüğü
sokağında yangın
görmez içindekini
çizgileri derin, yaşlı
canavarları var her evin
koruduğu adamları, anları
Naci senin de endişen
korkuluklara dayanmış
dirsekleri demirlere aşikar
kendini hapsetmekten çekinmemiş
efkarlanıyor söndükçe
bir bir ışıklar yalnızların
ayın kulesinden kıvrılan gece
belki bir gün cemiyetin olur
toparlanır kol kola yürürsünüz
aynı şiirleri aynı ölümleri
ayaklar altına alacak kadar
sağlam basarsınız
yokuş yukarı
bakışlarla astığınız
dualar aslında cami duvarları
kırıp alacak kadar neyi sevdin?
hangi dairelerin kapılarına
dayandın bir arzunun peşinde?
haritanı giy üzerine ceylan derisi
soyulmamışsın sen hiç
hiç soyulmamışsın kendinden
polis olmuş ateşin
taşlar sana yatır ancak
bekleme hiç

Resim: “Police Sentinel in Vilnius” by Marianne Von Werefkin 

Köstebek

senden bir tane var

aklın kibirleştirdiği

o dikenli sözlerinle

puta tapmış şeklin

büyüyor gözünde

bir mağara yalnızlığı

kara bakışların yontulması

ete sarılı avlunda

kıskançlıkla kırçıllaşan

Othello karmaşası 

toprağı didikliyorlar

nefretinle  kazdığın kadar

gömemiyorsun yoksun

Desdemona

küreklerin kemiklerin

kemikleşen yüreğin

keşiflerin hep karanlığa istişare

köstebek Naci köstebek

kıskaç ağzınla kıskan 

yüzünü güldürmek istediklerini

hicranlar kör edecek

senin gibi

kirpikleri adamların

altında öyle sert ve içten

kapandıkça 

teşbih olacak tebessüm

ardında alabildiğince bulutlar

sakin hüzün yayılıyor

kirpilerin sırtında gönlün

delik deşik kelimeler

bir heykeltıraş hapsetmişsin

ağzının içine

boğazın kurudukça

ilhamının pınarlarına

söz kesiyor

taş mezarlar dikilecek

isimsiz kalacaksın korkma

sessiz kalacaksın korkma

aklın kibirleştirdiği

senden bir tane var

İki Kara Dudaklı Zevk

iki aynı insanın farklı kitapları

okurken yazdıklarıyla 

iki farklı insanın aynı kitabı

okurken kutsal sevişmelerini

zihninde ruhsal

olduğu kadar da organik

kelimelere soyuyor

mayalandırıyor, uçlara çekiyor

tam yırtılıp yitecekken Naci

elbet birileri bakışlarıyla

hatta düşünceleriyle döller

diye bazılarını özel

bazılarını kamusal alanlara

bağışlıyordu

tanrı görünmezliğinden

hoşnutken

bakmanın günahı

ışıldarken gözlerde

ayıplarken

arzularken

herkesi kısa bir süre için de olsa

anlık duraksatacak, acaba dedirtecek

azcık yoldan çıkaracak izler bırakmak

tövbeleri sürmek de sürmek

ahında

hepimizin kaderi çıkmaktı sonuçta

ana rahminden ve hayattan inanç

bedenin dışına

ve iki kara dudaklı zevki Naci

dua yerine geçiyorsa

anlık düşletip nefesleri tutturuyorsa

küçük ölümler An ya

ne büyük zirveydi içinde iki

hatta daha fazla insan ve niyetler besleyen

yüzlere gerginlik vermek

ölümden önce hayalden sonra

 

Resim: Agnes-Cecile

Arzıs Mavi Arınma

zevk veren her şeyi

güzel bildiği 

gülümsemesini kurban edemeden

gezindiği içinin ıslak günleri

ortasında güneş misali

taşıdığı iki çift yeşil cevher

dokunamadıklarına

düşlere, olmayacak hayallere

sürdükçe silikleşti kendi kendine

mutluluğun en saf şeklini

çırılçıplak

kadın bilirdi Naci

ay parçası gerçek ve

güzelliğin arasını

açmak isteyen, genç ölüm

o cömertlik uykusu

sırılsıklam küvette iki büklüm

ana rahmi misali zifiri

kuytusuz evine vesile aşk

şeklini alabilmek aktığı

mutluluğun tutması

gözleri büyürdü yeşil küflere

kara ve yumuşacık tüyleri

her şeyin yüzeyi

muhteşem bir karanlık

dünya perdesinden ince

çekilirken keyfin merkezine

uzattığı bedeli

kara ellerinde kirleri

elbet görebilmek dahi

arınmaktı var olmak

yaratılmış yokluktan

Resim: Ruprecht von Kaufman “Die Reinigung”

İki Kadeh, İki Suret

her akşam üzerinden

atamadığın hicranlarına

bordo nehirler çağlıyor

sarı ışık tozunu alırken

unutmaya bastırdığın

kuytularının köşelerinin

kavuşmaya yüz tutmuş

iki kadeh dudakları

çarpışınca kırılan şehvet

ve kelime kapılarına sıvadığın

sıdkı sıyrılmış kırmızı

aşk diye bir şey yok Naci

açıldığında gözler kocaman

zamanla parçalanmış iradeni

köpekleştiren zaafların

kucağında dimdik dururken

parmaklarının arasından

kemik peşinde koşup giden

rüzgarın eteklerinde Hicran

dağılmış saçları, benliğin

şerbetimsi suçluluğu

ifşası yalnız mahreminin

topluyor asılmadan

duvarlara yansıyan

bukle bukle gölgeleri ki

beyaz gömlek ruhları

sana ait olmayacak

bedenler suretler bitiştirdiğin

Resim:Phil Hale “Flinch”

Mızrakları Işık-Tan

geziyor gafletinde Naci

sürekli kalbi kırık

bacağı kedinin basamıyor

şiirleri ekşitiyor

yüzünü oysa güzellik geçici

hevesleri çivilemiş madam Retina

adama madam adım atsa at

koşturacak hayalleri

elleri zincirle eski bedeni

çıplak ve çılgın memelerini

tanımadığı o keskin kadın

alıp veremediği yüreğinde

kan sürüleri kırmızı uluyor

geceleri açığa süren güneş

mızrakları ışık-tan

dem vuruyor inledikçe

yaradan yaradan ne var

kalan ardından küfür kafir

kudreti pembe sakalları

gururu altında kıvrılan

bukleleri bin bir yoldu

tanrıya vahdet-i vücut şirki

koştu kırık dilinde

bitmemiş tüm aşklara yaşlı

emerken avuç avuç nefesi

zevkle unutuyor merhameti 

Resim: Paul Rubens “Roman Charity”

 

Boğaziçi

sarar şansının tomurcuğunu

yıldız tozundan tevekkeli

bitmeyen sözlerin dalında

okumuş yüzler kitaplar

sonbaharın sıkılıp düşürmediği

bir sen varsın çeperinden gayri

keyfekeder filizlenen zamanın gamı

tutuşmuş iri nefesinde

yarasından birkaç fersah ötede

ben hisardan hisara bakarken sızlar

Tevfik Fikret’in kemikleri

sıkboğaz ettiğin sevgilinin

“sevdiğim bir kıyamet olmuşsun”

mor salkımlara özenen izleri

aşkın okulu yaşatan o ruh kelebeği

yeşillerini eteklerine almış handan

göbeğinde ağırlıyor hicranları

koşarken kıvrılan yokuşunda

o kaygan tepenin Boğaziçi

sükûneti büyütüyor her kaçan

yaprağı gözde bir ölümlü çocuk Naci!

Resim: Denis Sarazhin 

 

Kırık Kaderli Ağaç Gölgesi

aynadaki canavarın tek

bir dişinin batacağı karanlık

gözlerinin affına sığmayacak

bir dönüşümü fişteklerken

kendi umutlarına kısır

dolaşan gönlünün ağlarında

isteyip de gülemediğin

çehrelerinde çelimsizleştiğin

kadınların ihtimali

boğuldukça basiretsizliğinden

kurtulan kıvılcımlar

son kez seviştiğini bilmediğin

senin hicranların

her boşaldığında aç bir çocuk doğuracak

kamplarda tozu duman yaşamaya mecbur

bir mültecisin sen Naci doyumsuzluğunda

kırık kaderli ağaç gölgesi

arayan kalpleri yumuşadıkça ölen

savaş düşmanları gibi ürper

kış gelmeden toprağa salık ver

kırka dayanan o ölüm kokulu kumaş

nehirlere kimi gömersen göm

geri gelecek ağzı balçık   

dudakları bıçak

gözleri diş diş…

Görsel: “Judith Beheading Holofernes” by Caravaggio 

error: Content is protected !!