Limon

yakıcı bir sıcak

yürüyor fitili ensemizde

saat başı

üç beş kişi düşüyor dalından

bir limon gülümsüyor karşımda

aklıma buz sızmış

ısır istiyor

bir düşü belinden tut

kaplan sarmış

o koca güneşe rağmen

ekşitme yüreğini

gözlerinin içine bak ve üşü

öyle kuvvetle bük dünyayı

varlığın inci derisini

göğsünü gere gere

üşü yaratan ve esirgeyen

rabbinin adıyla düşür

Kubilay Han kubbelerini

getir kıyıları, bahçeleri

ayaklarının dibine ser

kendine yaptığını, taptığını

ağzından silme

etine yapışık bu vıcık vıcık

dünya nedir ki yatağında

iki gün görmesen unutacağın

sevdiğinin yüzü

tanrının terli iki yüzü

Görsel: Kent Williams

Canavarsın Elimde

ejderhalar geziniyor üzerimizde

kanatları gölgeler gölgelerimize

büyüklük nidaları pul pul

bedenlerimizi çatırdatıyor

içimizin yangıları

yetmezmiş gibi 

tutuşturmak için

hayalleri hayallerle

açmış koca ağzını, koca eril yaratık

başımın saçmalıklarında yerin saçılmış

saçların açılmış, Medussa kılıklı

güç düşkünü adamlara muhtacız

çirkinse özellikle

ırgat çalış, ısır, em

saçımızdan tuttuğu gibi götürsün bizi

vursun duvardan duvara

döksün nimetlerimizi çin çin

üç beş ülke, hepsi içimizde

Amerika, Rusya,

sense polissin

cinsiyetsizleri ve trans bedenleri devşirmekle

ne kazanacaksan bıyıklarını dürerek

kadın öldür yarat, avrat ayart

gülmeyin ey kıtalar

acımasızlık dize kadar

copu Amerikan copu

İsa hiç tecavüze uğradı mı?

haşa!

bizim işimizi devletten ayıran bir ölümlülük ki

sorma bedelini ödeyecek kadar sigorta primi

sanki bomba pimleri ve bir yerlerde ölenler

göğümüzde havai fişekler, açılan sutyenler

ve nefes, din, din, din

almaya çalışıyoruz üç kuruş bedenimiz

oradan oraya vergi

azcık iyi niyet ve yeşil renk

petrol zengini değilim

her zaman seks değilsin

ama yine de azcık canavarsın elimde

Görsel: Victor Prouvé, Les Voluptueux (1889)

Ey Alemin Başındaki!

ey alemin başındaki!

üzümlerin, arpaların

denizinden içtiğim kadar

başımın altında taş yastık

kabarıyor

kağnı arabaları çekiyor

yaşadığım diyarlarda

bulutları

sırtım yerde sen üzerimde

zorla sevişirken fani halimle

gözlerim göğünde tutsak 

oysa aklımda bir sonsuzluk

biraz Anya, biraz hicran

ben iki adımı zor atarken

yokluk yürüyor  

kollarımda damarlarımda

düşün

gözlerimde kara lekeler

bir var, bir yok masalında

o “an” denilen kuytuya

ah bir sığabilsem

sarılsam, bırakmasam

benden esirgediğin her neyse 

kaçabilsem senden karabasanım

aklımın üzerinde hareler

dudaklarca, yanaklarca, dillerce

duy seni ne kadar sevmişim ki

düşün

gönül çürüklerimi

vişneye çevirmişim

tadın dallarımda budaklanıyor da

sen beni çevirip çevirip

küçük ölümlere sürdükçe

inadım inat

yiyeceğim vicdanını sözcüklerle 

Fare Adam

yok kırmızı çerçevelerinden çıkar bakışını

bir odada iki tanrı çok fazla ayrılık

suyun akışındaki keyfiyet fıtratında var

***

yok doldukça odaya zamanın aksi derinleşiyor

seni beklemeyecek meneviş çıplak bedenin

kapana kısılmış fare başında karalar var

***

yok yere zincirinle oynuyorsun hediyenden

öteye geçemeyecek kadar içinde hüznün

demir parmaklıkların zihninde gölgeleri var

***

yok vakit bir elin kalbinde biri ciğerinde

batın zehir zahir batarken iki ayrı adam

onlardan biri boğulmadan koş içinden ışığa var

***

yok odanın dışında tanrı soyunup soyunup durma

suyun içinde yayaş yavaş yanıp kül olmak

işkencecisine aşık olmak her kölenin içinde var

***

Görsel: Kai Mccall

Akvaryum

içinden sonuna kadar

ve döndüğünden itibaren

seni adımlarla, ellerini, kollarını

o zarif mi zarif uzuvlarını

hayal meyal renkleri denk gelirse

kafamın üzerinden yüzen

vatozlar, denizanaları, küçük mü küçük

köpekbalıkları gibi hatırlamak için

hayali mahiyetinde vücudumu küçültüyorum

öfkelerimi dışarıda bırakacak şekilde

cam perdeler örüyorum suyumuza

biliyorum kırılacak canımıza batacaklar

**

cama yüzünü yaslayıp içimize

kaşif çocuklar hürriyetinde bakmanın

korkusuzca ve kirlenerek derinleşen

bedelleri var çünkü şeytan taşlarken

aklımızın ucundan geçmeyecek

kendimizden edildik bilinçsiz

oranlarımıza hürmetsiz yüzdüler bizi

katlandıklarımızdan

hevesle yırttılar katladılar

ne yalan söyleyeyim ben melek

sanmıştım o dişlerin sahiplerini

az tıknaz, çocuksu değilmiş tanrı

**

balık hafızası değil de sanki ıslak

harfleri dahi bilmiyor o görünce

ben de sessizce çokça unutuyorum

görebildiğimiz kuşların kanatlarından

üç beş tüy dağıtarak konuşuyoruz

dudaklarımızda kan bazen kelime

ikimizin de dışarı bakması mucize

kendi vücudunu keyfi anlar

dışında umursamaması

bize iğne uçlu bilgelikler

aşkın kayıp gideceği gece terlemeleri

ani pişmanlık nöbetleri verirken

**

bir gün onu kaybettiğimde

yazamayacağımı biliyorum

kumsaldaki onlarca denizyıldızından biri

boğazıma kadar mürekkep balığıyım

boğulup kalacağım bu akvaryumda lacivert

bazen o kadar göz gözü görmez oluyor

ki içerisi, çiğ içerisi, et ve ciğerci

ağzımı kocaman AAA açıp

burnumun dikine dünyaları umarsızca süzerken

birileri içimde can verecek diye

hem çok seviniyor hem de korkuyorum

çünkü içimde ne varsa ölümün emrinde

**

Görsel: Michael Carson “Slow”

Körlüğe Hürmet

parmaklarında dünyalar

dönüyor tespihin

teşbihe yakınlığında bul

boncuklara dönüştüğünde sabrı

dakikaların yaratıcıya küfrünü

bedeninde Allah

bir camiye sıkışıp kalmış

minberi yutmuş, kubbeyi sırtlamış

ağıt yakan üç, cemaat olmuş

takkeni kaldırdıklarında

unutmak istediklerini görecekler

el yordamı imanına inat

körlüğe hürmet edecek melekler

————————————

Görsel: “Friday Prayer” by Amira Rahim

Bir Çizginin Üzerinde

bir çizginin üzerinde

bir köprünün yüzünde adımların

içinden çıkamadığın çukurun

birkaç zevk kutun karamelleşmiş

kahverengi geçmişi içinde kurumlaşırken

ağzında geveleyip elinde çevirirken

zamanla kararan kararların

tadında bırakmak için değişimi

köhne köşelerde kuruyan

sen devin erişilmez gövdesinde

Naci bu gölge derin

çitlerinden kırılıyor bu gölge derin

dökülüyor yürüdükçe  

yılansı kıvrılan hicranlarla sınırın

omzun bir ileri bir geri gel 

istiyor musun istemiyor musun değil

uçsuz bucaksız

belli içten o kararlılıkla

unutmak kendini kifayetsiz keyfinden 

bir kara deliğin peşinden 

ağzı sulu aklı bulutlu kibrin

yumulu pencerelerin açılıyor

inceliğinde kara kalemin

ya şiir ya gözlerin boyu çekilir

bir çizginin üzerinde bir insan alırsın

içine dağlarının arasına yolcu

Görsel: Manyard Dixon “No Place to Go” 

Uçurtmalar

çek elini eteğini öptükçe

sözcüklerimi sükunetle gömdüğüm

avuç-içi göğüslerinden

yüzümü yekliğinle ayır 

tenini kendime geçirdiğim

çiğ geceleri

o elbisesiz sessiz halin

yalnızın tek kanatlı çocuğu

loş ışığın baldırlarına 

peşi sıra çektiğin sırlar

gözlerinin hicran parıltısı

sürüklediğin cafcaflı uçurtmalar

ben ve benden çok adamlar

dalgalarınla yalpalarken

“ölmeyeceksin” avuntusunda topraktan

daha sahtekar ve derin yazgılar

seni benimle ıslatsın

kuyunun tutamadığı su kadar

yaslı yeşil, yosun yosun kabaran

dişi köpek balıkları ve canavarlar

bakışların; sen buharlaşırken taşlarımda

hayalinin katıksız çıplaklığı beni yıkar

tek bir öpücüğü geri döndürmek istediğimizde

zamanın kıyılarında durmak sızın, sızımız

kıvrılır da kıvrılır

arzumuzun beyaz dalgaları

Görsel: Frantisek Kupka “The Wave” 

 

Kuşların Duası

biliyorum kuşların uçuşundan seni

uzakları boynuna asmış yeşil sanki mavi

aralıyor belinden göğsüne su elleri

kanatlarından seni ruhuna soyarken

yaramaz çocuk maskelerin  makyajın

yüzü gülen okların uzak kelimelerin

bırakıp giderken seherde kupkuru

bir dağın başına eteklerin döne döne

ana rahmine koca boşluklarla imrenen

gözlerin sararken vücutların ardını

doğuruyor iri iri renk bulutları

altında sürüklenen güneşten turuncu ruhun

ve sen hiç tutmadığın kadar asılıyorsun

babanın beyaz saçlarına ölümü gizlediğin

annenin resmine, kaldırım taşlarına, yapraklara gülümsüyorsun kırlangıç gölgelerine

son dersine girmiş bir öğrenci

kızıl kızıl bakarken dönülmezin eşiğinde

şekli bir kızın şiiri kuşları çok sevmiş

başka yitenler aşklar kadar serçeler

kırmasan kalbini görsen camdan inceldikçe

kendi evin gibi ve köşelerindeki kristal örümceklerle

dans etsen üzerinde zaman kadar zulüm etmeden

bir düş diğerini kovalarken dua niyetine

göğe ruhunu katmış her kim baktıysa

Görsel: Franz Von Struck

 

 

İftar

üzerindeki görünmez ağırlık beyaz

kum denizlerinden bir gelenek

zamandan ağır peygamber eteklerinde

kıstırırken seni niyet geceleri

binlerce aç çocuğun kuru dudakları

günahları ayıklayan iri ama kırılgan

siyah giyinmiş sanki papaz tırnakları

ayları üzerine örtmüş imsakları

kovalarken uykunun taşlaşan korunaklarına

sığınacak kadar lokmalara muhtaç

çilesi sırf doğmak olan kara kıtanın

üfledikçe uçuşan karahindibaları

karışıyor mu tövbesiz ağız kokuna aczinde

tavaf ettiğin damak dediğin bir etten kubbe 

görmediğini severken gördüğünü unutan

perdelerini kara sürmelerle çeken

ruhlarını kıpırdatmadan kullaşan

o ağzı açık ayran delisi Naci

solgun yüzünde izler derinleştikçe

çağırıyor musun gönlün cenazesine

iftardan sonra, teraviden hemen önce

nefsine yedirdiğin o haltları?

Görsel: Maya Bloch

error: Content is protected !!