Buğday
Buğday buğusu esmer çiçeklerin
Efsunlu gözleri açılır
Biçmek için bahara aşk,
Zaman ekmek tarlalarına gönlün
Sevişmek toprağın sabrıyla
NCY
Şiirin resimle buluştuğu yer / where poetry meets art
Buğday buğusu esmer çiçeklerin
Efsunlu gözleri açılır
Biçmek için bahara aşk,
Zaman ekmek tarlalarına gönlün
Sevişmek toprağın sabrıyla
NCY
intikam düşlerken
bulduğu çiçek bahçesinde
çimen yüreğinden
geçenlerin nar dehşeti
dikenlerine gül seçiyor
kırmızı kırmızı
yoğun mu yoğun
kıvamı macun avuçlarından
sıvazlar kırmızı balçığı
adam ve kadın
tahrikkar yaratıcı
duvarına yaslı gölgeleri
kasıtlı bir ihmal
sonsuzluk yanılgısı
çocuğunda saklı hüznün
yitecek olan ne varsa
şehvetin kanlı Nigar’ı
makyaj ruj, allık, sert bir tokat
uyandır Naciye, çiftleş
suçlu zevklerin şaşkını
iki ayrı yöne yas
başları yaslamış
hamile kadın karnıyla
zamanın dehşeti doğarken
eksik bir reverans
unutulmamak için bu kadar
çaba oğlunda, kızında kazı
ebediyet için hamile
bırak bir şeyleri Naci
bırak artık delilleri
kurduğun oyun aşkın kuruntusu
renklendir, yinelendir, yalanlarla
ister etten, ister dilden
dönsün döneceği kadar
kenarların delilikten
yenildin sen iliklerine kadar
kıpkırmızı sevgisizlikten
Görsel: Montserrat Gudiol
sıcacık kumların düşleri ısıttığı
dalgaların akşamları gündüze yumuşattığı
bir sedef hayalin kıyısından açılmış
dev bir Hindistan cevizinin süt beyazı kıvamı
henüz hiçbir ömrünü silkinmemiş bir kedinin
altın sarısı parlaklığında pullarıyla
Naci huzur topluyor yılanın dallarından
cennetten kovulmuş bir ağacın gölgesine
müteşekkir ayağı yengeç sırtı kırmızı
sırtında palmiye yaprakları kanatlar
kıvrılarak pembe pembe yeltenirken
geleceğin flamingo zarafetine
içinde kristalleştiği okyanusun
ahdini dertlerini incileştiren
tebessüm doğduğu gün yüzünde
mercan yuvası nar gibi kızarırken
yükselmek vardı kanatlı balıklar misali
tanrısıyla konuşmuş peygamber hafifliğinde
kırkından hemen az önce o ıslak mağarada
suyla dans ederken iman tahtasında
gezinen o görünmez güzeller
zevkle titreyen örümcek parmaklar
dönüştüğü çocuklar ve severek ışığa soyunduğu
kadınların adalarındaki yağmur ormanları
ayıklardı içinin kurtlarını yaz gecesi yaz
Resim: Paul Gauguin “Deniz Kenarında”
yama işi bir adam
gülümseyişler, şiirler
eller, dudaklar, gölgeler
düşler, üşüyüşler
asılı kalmış ıslak
boynunun ipine sıktıkça
gül dikenleri hicranlar
hepsi parça parça
sevişirken devşirilen
söylenenlere sızlıyor
içi kızılcık şerbeti
gözlerine bakıp
inanıyor ah salak!
sözlerin nar patlatan
keskinlikleri elinde
değil inanıyor Naci
saf bir aşkın kulu
her darbede derinden
paçavralaşan yüreği
aşık bir yaradan varsa
bir yaraya ılık
kanıyor
zihin duvarlarında
titreyen siluetler ve
bütünleştiremediği
vücutlara ayak sürdüren
katranımsı ağırlık
varına yokuna yapışan anlar
fotoğraf parçaları
uzak ve silik beyhude sevmek
Resim:Jonas Burgert “Schimiege”
sevişmeyecekler seninle sıvazlama
şansını kıran yeşil yılan ağacında
günaha giremeyeceksin gariplenme
dönemeyeceksin kara deliğine
bulantı dehlizlerinde delice şiirlerinle
buhranlarında bulamayacaksın
küçük ölümler Fransız dilinden
bir buket yıldız parlaması zihninde
cadıların yükseliyor ayinlerine
dışarı iterken seni sınırlara
batının çıplak kalmış adına
sırtında taşıdığın o kaknem yaratık
şimdi yüreğinden kasıklarına azat
inme gibi inen yıldırımla titrerken
seni işlevsiz ve eksik kılan inayet
ilerleyen aşk dediğin bu hastalık
kimseye ait değil tahammülsüzlüğün
cinayet kızgınlığında kestiğin gök
o yumru biçimli bulutların yumuşaklığı
korkuyu terk etmenin ustalığında
yavaş yavaş can verir iblislere
göksel duvarlar örüldü arasına uzuvların
kurban edince yaradan uçurumlar açılacak
kılıfını bulamadan başka örtülere üşüyen
peygamberler gibi sarınmak isteyeceksin
tanrının kollarından öyle şüphelisin ki
yanmaz kumaşlarını ete döndüreceksin
sırf yeniden doğmak için kapsanmak için, sıkışmak
haydi kocaman boşluk, haydi artık mavi!
Resim: “Cadılar Sabahı” Luis Ricardo Falero (1878)
o kadar nimetli insanlar
ve yüzsüz dilenciler tanıdı ki
bir gönül hırsızının peşinde
ellerini mahremlerde mest ettiğinde
iyinin ve kötünün farkı fuzuliydi
hissedilenden gayrı yokluktu
miras ne varsa gaipten farz
dünya denilen sarmaşık farkındalık
bir tutam aşkla yosmalaşan fundalıktı
ahlak reddinde tanrılaşırken
dikenli köklerinden gelen cebirle
sevilmek için delice debelenen
ateşten solucandı ağaç diplerinde
yosun tutan aklının aksine
aciz dudaklar ısırıp koparıyordu
açık yaralarının yoncalarını
balçıkla sıvanan güneşinde
bukalemun iştahıyla nabzın şerbetine
renk değiştirerek saklardı hıncı
kösnül kamuflajın en dilencisi Naci
gözleri ne kapalı ne açık uyurdu
bir çirkin ifadesizlikle büyürdü
günün geceye kırılıp büküldüğü yerde
çatlarken Prometheus insan sureti kilinde
bıraktığı ruj izleriyle imgelerden kinlenmiş
artık olduğu tanrıdan bir lütuftu kaybolmak
ölesiye sakin kumdan çiçeklerinde
Resim: El Greco “Laocoon” (1614)
vücudunu işgal eden kadın
kılıklı yaraların
kızıl mor ruj izleri
avuçlarında ayaklarında
kanarken sen onlara
şarap diye kendini verdin
son damlana kadar emilirken
hüznün istiridye kabuklarından
teninin bebek pembesi
yeni doğumların dert damlası
yılgın damarlarından yürürken
ince çizgilerin gözlerine yağmuru
elin yüzünde yoğrulur Naci
melankoli Golgota tepesinde
bir kafatasında dünya dönüyor
kanatları kemikten kelebek
bir iskelet çizmişti sana
bir marangoz dükkanı
hayatın çivilerin mızrakların
tüm bulduğun o kalpsiz
aşıkların ahşapları
gıcırdarken içinde çin çin
geceleri geçmedikçe
yoklukları gerdikçe
ceylan derisi döşeklerinde saklı
yılan bir ölümün düşü
merdiven dayadığın bulut
o bordo çarmıhın arzı
dişi vampirlerine
sunduğun lahzalarında arzu
lokum beyazı kasıkların
ve şah damarından
hani daha yakındı?
kutsal ruh içerken seni sarhoş
iliklerinin ılık merhameti
seviştiğin kadar sevilemedin
asla tanrının oğlu Naci
sen de defalarca terk edildin!
çocuk ruhunun çabucak
damıtıldığı yaşların
kuru yüzlere can
edinmesi alev ciğerleriyle
kırıldı hayal cinleri
içlenen Naci’nin
içini dışına ikiz
pamuk şekeri döndüren o şerbetli
pembelikten ayrı kalması
kıldı cenaze namazını
oyuncakların ahşap tanrısı
sığdıramadığı bir tahta kuruluğuydu
sarmaşık hastalıklı kuklasıyla
aşkı silik bir yeşil ile
rüyalarında zindana çevreleyen
o zaman körlüğü sardı
bir kuklacının tüm hicranlarını
minik şeytanlar kalın dinleriyle
filizlenecek şehvet vehmi şehrinde
parmaklar, gözler, çilingirlik uzuvlar
dilin kemiği yok iliği kurumaz
zamanı kurulmadan Anya’nın kucağında
bir memeye meyilli süt sapkınlık
tüm uğursuzlukları mermer
kalesinin daimi hicret boşluğunda
uğulduyor ıslık çalınca gel
tüm o çocuksuluğunla ak
yırtılamayan ışığın ateşte
közlemiş küfrü Naci
Picture: Margo Selski
umudu dumanı uğruna
resmin içi kesif kokusu
rengi kıvrılarak beliren
kırık niyetli dünyayı
sigara yerine
bordo kadın eğmiş başını
kadife ciğerlerine
isli yetimler kollarında
sırtı melek Naci
asılıyor gözlerin bebeklerine
istisnasız her bir objenin
fırça darbeleri şehvet
dudaklarına vurduğu kamçılar
yetmedikçe yetime
siyah kanatları mısralar
cesetler ki, kuşlar da, kuşlar
acının yavan lekeleri bulanık
bakışlar alkışlar güzeli
yan yatmış beyaz köpek
uyurken kene kendine
göğsüne yangın çekiyor
pişmanlığının kil rengi
utançları taç başına
kil kil kil onu
rüzgarı, ılık kanı, bağrı ateş
mavi kanatlan kara
ciğerleri zift kaplumbağaları
kocaman nargileydi küçücük Naci
gelen emdi giden emdi
gene de bitmedi dumanı
Picture: Lars Elling
Naci çoktan öldü!
annesini gömerken
eşikten geçti ansızın
sevgililer günü şenliğiydi
yüzlerce insan sevişiyordu
hiçlikleriyle yüzsüz
kendine pay yaratacak kadar
sevememişti bir başkasını
kayıp giden bedenler
gölgelendirirken kalbini
yerine kalın bir duvar dikti
ona ağlayıp duruyor
taşın görünmezliğinde
din dar dünyasında
tek Kudüs Anya
sinsice yalnız ve isyankar
dizeler üzerinde sarmaşıklar
çiçek aç, çiçek aç Naci
ölüm melekleri hicranlar!
Picture: “Maddalena” by Nicola Samori
dudaklarıydı iliğine kadar
mürdüm sıkışıklığı
taze nektar eflatun
aşkını sömüren
gitse de o bastıran ten
yağmur vursa da göz göz
ayrılsa ufkundan kızıl tan
ruhunu candan açan
ah Hicran! bu kadar mı
değişir ismin her yüzde?
kaç kaçamak ve kaç küçük ölüm
haykırış heyelanı süreceksin
üzerime yangın etinle
ne yaş ne kuru kalacak
saflaşırken gözlerin boşluğa
kimi getirdin benden gayri içimize?
beden depremlerimizde en derine batan
yaratılışın kemikten ucu aklın
keskin bir ayrılık gök buluttan
gönül umuttan biçare
söz aşktan şikayetçi
çırpınan kertenkele durmuyor
kimseye kavuşamamak çengel ağzında
tutulma ay ve güneş çek kopar
iki karanlık yüzü sıla günahı
kırık çölün güzel diyeti
kimden miras bu zina ziyafeti?
ödenecek zulmün var elbet
başka bir varlığa
seve seve nefret iliştiren
o mürdüm sıkışıklığı