Mavi Yeşil Martılar ve Çimenler

Sanatın dallarında sallanırken

Uykusu gelince uzanmış boğaza doğru

Rüyalarının eflatuna çalan

Kadını olabilmeye kırmış

Atmış değneğini göğe

Bakma durağında mavi martılar

Erillikten utanan hiddeti yerde

Huzurun örtüsü yeşil beyaz pötikareli

Çimen yaprakları üzerine

Uyumak ikinci ölümün ipek teni

Bir tekme bir tokat bir bağrış yırtılan

Her bir çimen yaprağı açılmış bir insan

İnsan et insan ruh insan et her yerinde

Yürümediği yerler için üç kadın seçmiş

Bir yerli, bir milli, bir de inleyen

Acıları memleketten silecek kadar

Büyüyemiş ki gönlü zikirden ayrılsın

Mevlana’nın bir sözüne takılıp

Döndükçe dönüyormuş

“Her şey neye layıksa ona dönüşür”

Figürler arasında kendine fani

Seçmiş yaşamdan arta kalan tebessümler

Sevmekten öte değil yana, yana

Görsel: MD Tokon “Beyon the Grass” 

gönül

üç beş kişi ölümlü diye

gömüldüler yandılar biçildiler diye

biz de ölecek değiliz

hayalimin uçları kırık bak

düşleyemiyorum lehimci baba telin kıvrık

sıcak ağzımın değmediğini yiyemem

aklımın içine bir böcek oturtup kemirten zanaatkar

deli dediğin müdürleri kalem odalarından çıkarıyorlar

bak sen diye şölen gibi karmaşalarda afaki bir heyecan

bir Lut kavmi endişesi var

birkaç kelam etti diye melun bir ruha

hokkabazlık yapmayacağız elbet

hepimizin görünmezliğini para ile

kaldırsak herr ağzı kokana

sanat miskin bir mahlasın ardına saklanır

bize küfreder gidici gidici

ölen ölmüş diye ben ölmem

ben sonsuzun sonuna takıldım

sallanıyorum içimde iftihar eden duygular var

Naci diye bir adamı Naciye’ye sevdiriyor

pazartesi sabahları parkları gezdiriyor

sen dişini fırçaladın mı?

sen yok halini düşündün mü bugün?

gel Naci’ye sür yüzünü

O sana soyulsun olsun sağ sol

Görsel: Bogdan Prystorm

kuzu fıtratı

sevmek mi kurban etmek mi

düşüncelerini beyazından

buklelerinden, elinin hareketinden

yününü, bakışlarından ayıramadıktan sonra

korkularından ayıramadıktan sonra seni

bir rüya içinde meleğe benzettiği için herkesi

hor görmek için hepimizi

İsmail mi İshak mı

bıçak mı ustura mı

hangi tanrı

içimizin mağrasında

gözleri kamaştıran maskeden önce

kuzuyu fıtratında sevgiye boğuyorsa

onun olalım, bileklerimizde

Allah yazıyor diyelim kıvır kıvır  

görsel: Thierry Marchal 

Canı

canını yakmaya gelmiş

çalı çırpı topluyor köyünün bahçesinde

bir şenlik ateşinde

pencerede silueti dans ederken 

iki büklüm olacak suçlu vicdan

“düşümdeki şeytan bu değil”

diye haykıracak

ağıt yakılacaksa günah

başka kadınların kasıklarında

jilet izleri otuz beşinde görünmez

diyecek okunun başından damlarken kan

tutkunun dönüştüğü korkunç cüce

hemen sırtında

gri tüylerini okşayamadan

oğlunun kızının

bir vahşiye kaçışını düşlerken

üzerine kapaklanıp bir beden olamadan

elbet biri gelip canını alıyor

Ruh Duman

koyun kılıklı akşam sabahlık giymiş

yar seni ayağından asmışlar

beni avlıyorlar sözde sahibelerinden gizli

ağızlarında saçma saçma sözcükler

üfürükten ölüm melekleri Naci

ellerinde kırmızı balonlar arzudan

çıkış yeşil kıskançlık

kuşların kanatlarına asılmış

çabuk çabuk kalbim parçalanıyor

çabuk çabuk hep işiniz

nereye götürüyorsunuz beni?

elim ayağıma dolandırıcı

patlayan renkler odamın karanlığı

içimin sonsuz duvarları tüyden

ördek leşi sen uçuşa hazırlığı hatırla

ağzında ruh denen dumanın tadı

görsel: Irvine

Ağrında Ev Düşüyor

Evini sürekli uçurumun köşesine taşıyan sen

Dalgalardan, heyelanlardan şikayet eden sen

Bir rüyadan çıkarken aklını kirleten el alem

Naci, acemice isteklerin kırkında kırılıyor

Olmak olmak demişsin Danimarka kıyısında  

Fiyort almışsın zihnine, iki yakan bir değilken

Kuzey’in oğlu kanatlanır sen ah et düştükçe

Sahilde deniz kabuklarını çiğnerken ağzına

Kan revan ihtiraslarına yıkılmamış duvarlarına

Sür ıslanırken dalgalarla sen anca dalga geçerken

Eviriyon çeviriyon çaktırmadan çakılıyorsun

Başını bağlamışsın ağrıdan çıkamıyorsun karşı

Bir pencere kocaman bir ufuk yer dans ediyor

Ayağının altından kayan yıldız anbean sen

Naciye’ye şükret, gümüş köpüklerinde her akşam

Eve gelen düşüne, şükret parça parça bölünmeyen

Kendine has bir takım takıntıların gemilere

Yolculuklara inanıyor, fakat evin tam bir çelik

Yelek ve sen üşüdükçe vuruluyorsun kalbin delik

Deşik eşiğinde doğmamış çocuğun beşiğinde dört

Yöne ayrılmış yerli hikayeleri, kum taneleri

Savruluyor sen düştükçe küçük kuyunda baban el

Yapıyor gel ben ol, vaktin gözünü kapa dilinde

Evinde duruyorsun biblo gibi el gibi ağır mı ağır

Görsel: Wayne Thiebaud

Koru

bizden koru beni

bakire tanrının izcisi

görmediğim nefesinden başımı  

ayırmadığım dizinden koru

bir duanın renklerini ayıklarken

seni çıplak omurlarından tutmuş

uyku yakanı kirletir diye

sert mi sert koru

yuvarlağıma, ağzın dilin değiyor diye

zevkle korkunç bir şey tanrım

sopan, kafamdaki mavi gözlerin

kasıklarımda izi buzdan dişlerin

açıkta değilim, rahminde üşümek yok

sana bürünememek kış değil

ak teninin karaya çaldığı deliliğe

ölmüyorum, özlemeden başka bir mevsimi

kurban ettiğimiz aylar, ayinler, ahitler

bir tapınak şemsiyenin altında çıplak

koru bizden bizi   

görsel:Glenn Brady

Nardan Işıklar

cennet bekliyorsun dizlerinin üstünde

elleri var ormanların ve büyükler meyveler

boynunu bükmüş sakalına küsmüş adam, adem’in elması

yanı başında yüzlerinden birini istiyorken

bir tanrını ayaklarının altındayız farz et

güllerin olmadık yerleri gözlerini delmiş

ezildikçe karışıyoruz, üzümün şarabıyız de

o kadar renk içinden uyumayı seçtik farz et

başka birinin cenneti açılmak üzereyken

ağaçlara tövbe ettirirken yanar ya için

hep üzgün yüzünü gösteriyorsun biliyorum

oysa mutlu olduğunu

oysa sırtımızı verdiğimiz evimizde

kozamızda her sabah dirileceğimizi

çiçekleri toplamak için geceyi beklemeyi

ağzında pembe kırmızı kekremsi bir tat

rüyama girdiğini, çıplaksın biliyorum

dönüp dolaşırken benle insanlar arafta yaşıyor

nardan ışıklar aydınlatsın sevgimizi

görsel: James Jean, “Cennet”

Taş-Sarı

bir günah ki içinde sarılmış

sarıymış ve tövbesiz olan kadın

altından harelenen ıslak 

utancından kırık

iki adamı sevdiğinden daha çok

bir tanrıya inandığından

sırtında bembeyaz bir yük var

diye dönmüş

kamışı ağzında neyzen

duvar ahengi bozuyor

dervişler dönerken gözlerinde

dile getiremedikleri adamın boğazında

ilmik ilmik olmuş

hatta olmamış ne varsa

gölgeleri tutan bir kukla ustası

gülümsemesi iplerinde ölüm

ve dev anası ve devler ve devlet

gülümsüyor kara bir deliğe

çekiliyor uzuvları, aklı, ruhu, şehadeti

şiddeti sevmekle bol pişmanlık

izin vermiyor ülkesi çekirdeğin

açılmasına sararmak yerine yeşermesine

ilk taşı en çok sevişen adsız

Görsel: Bahram Hajou

geceyi içiyorum iki kere

yalnızın dudaklarından elleri morarıncaya kadar

geçmiş gecenin deli uykusuna uzanan kan emici

güzel adam doldurduğun evin önünde ahını bardağını

mavi gözlerini denizlere yatırmadan

uzat uzatabildiğin kadar tertemiz bağrından kırmızı

kanını emdiğin tüm kadınlar özlüyorken şehrinde seni

dili döndükçe arzular yanıp sönen pencerelerde ışıklar

Görsel: Catdogville “drinking the night away 2” 

Özür Dilemez Yangın Sevici Yok Tanrılar

sigara parmaklarını yakarken

yakılmayacak şeylerin düşünü kuruyorsun

ki mesela düşlerin, düşlerin

parmaklarını tutup çeken beş peri

beş farklı yok oluş şeklinin etrafında dans ediyor

aşık olmak

aşık olamamak

unutmak

unutamamak

bedenin iradene galip gelmesi

sayamayacak kadar çok tövben oldu

içtikçe yok olan umutların fışkırdığı pınara

ağzını dayaman

oksijen hem ölümdür hem de yaşam

su, su özür dilemez

çok bilmiş bir adamdır hep yalnız kalan

kadın hissettiği kadar büyür

ve üzerlerinde sigara söndüren deli tanrılar

çünkü yoklar

ve ağlamak söndürür yangınları

derimiz kurumadan, nem var kuzum

gel kurban edelim, gel kurban olalım

Görsel: Armand Seguin, “Yapma Cennet” (1895)

yengeçvari kırmızı kadın

yalnızlığımı kırmızıya boyadığımda

biri geliyor ve öldürüyor beni kadın olduğum için

sahillere yakın yerlerde uyuyor sırf zırhıma inat

dağların kararmadığına özen göstermek için

gölgemi sürüklemiyor, bulduğum denizlere bastırıyorum

kanın dağılışı ebru sanatımın ahengine denk

gelince de ellerimde tuttuğum başımın ağrısı

babamı, anama sevdiriyor ve bir döl denizinde uyanıyorum

yaratılışın tanrının kasık ağrısı olmadığına

kolay ikna edilebilecek bir yerde değilim çünkü

ağzımda ıslak tuzlu bir tat yapış yapış

ciğerlerime, sevdiklerime ve saçlarıma bulaşırken

küçük körfezimde düşlerle yıkanmak ve

yengeçvari bir yaşamdan arta kalan yan yana

daha az cinayete nefes almak için duruyorum

görsel: Owen Gent

error: Content is protected !!