Ben Böyleyim!

İnsanlar konuşur, kırar, aczin sınırı, dilin kemiği yok… Uzak durmaların, korunmanın en güzel bekçisidir “ben böyleyim” diyerek kaçıp gitmek.  Kendini kabullenişteki, kendini bilmekten doğan huzurdan bahsetmiyorum, dünyadan ayrı kaldıkça içinde kırılan bir endişe bataklığı senden bahsediyorum Naci. “Ben böyleyim”, kendinden o kadar emin misin?

İçinden konuşan o sesi tanır mısın? Yazarından ayırt edebilir misin düşlerini, sözcüklerini? Kafanın içindeki ses, belki de başkalarının dilinden. Bölündükçe çoğalan bir varlık değilsin ki! İnsan dediğin başka insanlarla çoğalır ancak, bu yüzden gitgellerin.  

Kendi içine kaçıp saklanıp dünyalaşmak ile, açılıp genişleyip azıcık taşarak sınırlarını zorlamanın arasındaki ince çizgiden bahsediyorum. Orada ismin gizleniyor Naci. Hem herkes gibi hem de herkesten farklı ismin. “Ben böyleyim” derken dışarıda bıraktıkların, seni tutuyor mu, açıyor mu? Acıyor musun?

Azıcık da olsa düşüncelerini değişebildiğini düşünsene, senden izinsiz değişen şu bedenine uyum sağladığını. Ne zaman nehirleşecek, ne zaman göle döneceksin zaman kuytunda? Ah karar verebilsen keskinliğini yumuşacık hamurlarla sarabileceğin vakitlere.

Yeni bir gölge mi? Eski bir güneş mi? Kendi içine gömülüp yitmeden seni yaşatacak “ben böyleyim”in ömrünü söyle bana.  

Bir kuşluk vakti sen de kanatlanamayacaksın, tıpkı deden, tıpkı annen gibi…

Ey Güzellik!

sana aidiyetsiz, sensiz 

sarıldıkça sen açan baharlar

mucize kendinden bihaber güzel

haydi yarat yaratabilirsen!

nefsimden eksik

denizinde gözlerinin yeşil

kıyılanan gamzelerini

o çiğ tanesi şaheserleri

sev sevebilirsen derinliğinde

sabahında ölüm tanrı olmadan 

doğan herkesin gerçeği

ancak sevgisi kadar

uzar da şekerlenir cezbin

sofralar hayaller kurduran

dumansı kadınlar adamlar

zamanın anbean kısalan gırtlağında

sen

iç çektikçe çatlayan aynalar

an yitmeden ismimle 

buruşmaya mahkum kadife tenin

kadar kim sevmiş söyle

ellerimin yüzündeki sevincini

Görseller:Luis Ricardo Falero “Le vin Ginguet”, “le Vin de Tokaï” – 1886

Soyulmamışsın

şehrin parçalarını taşır
hicranları yüzünde gördüğü
sokağında yangın
görmez içindekini
çizgileri derin, yaşlı
canavarları var her evin
koruduğu adamları, anları
Naci senin de endişen
korkuluklara dayanmış
dirsekleri demirlere aşikar
kendini hapsetmekten çekinmemiş
efkarlanıyor söndükçe
bir bir ışıklar yalnızların
ayın kulesinden kıvrılan gece
belki bir gün cemiyetin olur
toparlanır kol kola yürürsünüz
aynı şiirleri aynı ölümleri
ayaklar altına alacak kadar
sağlam basarsınız
yokuş yukarı
bakışlarla astığınız
dualar aslında cami duvarları
kırıp alacak kadar neyi sevdin?
hangi dairelerin kapılarına
dayandın bir arzunun peşinde?
haritanı giy üzerine ceylan derisi
soyulmamışsın sen hiç
hiç soyulmamışsın kendinden
polis olmuş ateşin
taşlar sana yatır ancak
bekleme hiç

Resim: “Police Sentinel in Vilnius” by Marianne Von Werefkin 

Bir Çift Dost

gel otur yanıma

sahilin incilerden belinde

çizelim ufuk çizgisini beraber

gece bizi öğütemeden

yeni yılı eskisinden

ayırmayacak kadar mavileşelim

iri ve sessiz

zamanın kum taneleriyle

burnumuzda tüten esrarın

içimize sinmeyen kokusu

gaibin denize açılan korkusu

dokunduğunda

ansızın yarılsa o çizgi

fosforlu sırılsıklam

bir çılgının çığlıkları olsak

göğe ölümünü sermiş sağır tanrıya

kırgın bir çift dost

yalan karanlık ardımızda kalsa 

yandığımız kadar

aydınlık

Resim: Devin Leonardi “Long Island kıyısında iki dost”   

 

Yıldızların Altında

soğuk örtüsü kış

uykusu elleri cebinde

yıldızların altında

rüya görmek için didinip duran

oluk oluk gözleri akarken

üzerime kar yağdırıyor 

sarıldıkça yok olan fikirler

öpücükler iyi niyetler

evinin sıcağında baş örtüsünü sıyırmış

aklını ayrılıktan

bir kadın ayazı kışı seviyor

hatıralarını dizlerine yatırmış

hani özlediği sözcükler

kimsenin diline yakışmazken

üşenmeden düşleniyor

üzerinde en uzun gecenin

sessizliği elbisesini

araladığı gelecekler çünkü

en kara noktanın sırtı yaz

nefretinki aşk

Resim: Edvard Munch “Yıldızların Altında”

Köstebek

senden bir tane var

aklın kibirleştirdiği

o dikenli sözlerinle

puta tapmış şeklin

büyüyor gözünde

bir mağara yalnızlığı

kara bakışların yontulması

ete sarılı avlunda

kıskançlıkla kırçıllaşan

Othello karmaşası 

toprağı didikliyorlar

nefretinle  kazdığın kadar

gömemiyorsun yoksun

Desdemona

küreklerin kemiklerin

kemikleşen yüreğin

keşiflerin hep karanlığa istişare

köstebek Naci köstebek

kıskaç ağzınla kıskan 

yüzünü güldürmek istediklerini

hicranlar kör edecek

senin gibi

kirpikleri adamların

altında öyle sert ve içten

kapandıkça 

teşbih olacak tebessüm

ardında alabildiğince bulutlar

sakin hüzün yayılıyor

kirpilerin sırtında gönlün

delik deşik kelimeler

bir heykeltıraş hapsetmişsin

ağzının içine

boğazın kurudukça

ilhamının pınarlarına

söz kesiyor

taş mezarlar dikilecek

isimsiz kalacaksın korkma

sessiz kalacaksın korkma

aklın kibirleştirdiği

senden bir tane var

Salem’deki Sarı Ev Sen

sarı kenarlarıyla bir ev

düşün bedenin sanki

bir köşede

yıkılmak istemeyen

yeşil duvarlarında umutları

sıyrılmış yolun sardığı

hala gitmek istediğin yerler

o bel altındaki vitrinleri

camından yansıyan

bir zamanların arzuları

ciğerleri pembe

sırtını yasladığın kızıl dağlar

destur, cinlerine

kalp kalp ayırdığın odalar

göz kırparken iki göz

pencere dudak bükmüş

yalnızlığına resimler asmış

çerçeveler duvarlarında

sıkışırken zevkle ıslanıyor

yağmur dediğinle gelecek

paspasında küçük ölümlerin

yağdıkça önündeki tozlara

tanrının ip uçları

ışığı tutan yüzün, evin

buharlaşacak, yükseliyor

dokunabildiğine değer

ahşabında aşk ki

gıcırdıyor yürüdükçe sen

ah, kırma seni tutan kirişleri

sokağında tut beni sıkı

lambalar sönmeden

içimizde

gölge fırçasıyla yakın

Resim: A.J. Casson “Old Store at Salem”

İki Kara Dudaklı Zevk

iki aynı insanın farklı kitapları

okurken yazdıklarıyla 

iki farklı insanın aynı kitabı

okurken kutsal sevişmelerini

zihninde ruhsal

olduğu kadar da organik

kelimelere soyuyor

mayalandırıyor, uçlara çekiyor

tam yırtılıp yitecekken Naci

elbet birileri bakışlarıyla

hatta düşünceleriyle döller

diye bazılarını özel

bazılarını kamusal alanlara

bağışlıyordu

tanrı görünmezliğinden

hoşnutken

bakmanın günahı

ışıldarken gözlerde

ayıplarken

arzularken

herkesi kısa bir süre için de olsa

anlık duraksatacak, acaba dedirtecek

azcık yoldan çıkaracak izler bırakmak

tövbeleri sürmek de sürmek

ahında

hepimizin kaderi çıkmaktı sonuçta

ana rahminden ve hayattan inanç

bedenin dışına

ve iki kara dudaklı zevki Naci

dua yerine geçiyorsa

anlık düşletip nefesleri tutturuyorsa

küçük ölümler An ya

ne büyük zirveydi içinde iki

hatta daha fazla insan ve niyetler besleyen

yüzlere gerginlik vermek

ölümden önce hayalden sonra

 

Resim: Agnes-Cecile

Arzıs Mavi Arınma

zevk veren her şeyi

güzel bildiği 

gülümsemesini kurban edemeden

gezindiği içinin ıslak günleri

ortasında güneş misali

taşıdığı iki çift yeşil cevher

dokunamadıklarına

düşlere, olmayacak hayallere

sürdükçe silikleşti kendi kendine

mutluluğun en saf şeklini

çırılçıplak

kadın bilirdi Naci

ay parçası gerçek ve

güzelliğin arasını

açmak isteyen, genç ölüm

o cömertlik uykusu

sırılsıklam küvette iki büklüm

ana rahmi misali zifiri

kuytusuz evine vesile aşk

şeklini alabilmek aktığı

mutluluğun tutması

gözleri büyürdü yeşil küflere

kara ve yumuşacık tüyleri

her şeyin yüzeyi

muhteşem bir karanlık

dünya perdesinden ince

çekilirken keyfin merkezine

uzattığı bedeli

kara ellerinde kirleri

elbet görebilmek dahi

arınmaktı var olmak

yaratılmış yokluktan

Resim: Ruprecht von Kaufman “Die Reinigung”

İki Kadeh, İki Suret

her akşam üzerinden

atamadığın hicranlarına

bordo nehirler çağlıyor

sarı ışık tozunu alırken

unutmaya bastırdığın

kuytularının köşelerinin

kavuşmaya yüz tutmuş

iki kadeh dudakları

çarpışınca kırılan şehvet

ve kelime kapılarına sıvadığın

sıdkı sıyrılmış kırmızı

aşk diye bir şey yok Naci

açıldığında gözler kocaman

zamanla parçalanmış iradeni

köpekleştiren zaafların

kucağında dimdik dururken

parmaklarının arasından

kemik peşinde koşup giden

rüzgarın eteklerinde Hicran

dağılmış saçları, benliğin

şerbetimsi suçluluğu

ifşası yalnız mahreminin

topluyor asılmadan

duvarlara yansıyan

bukle bukle gölgeleri ki

beyaz gömlek ruhları

sana ait olmayacak

bedenler suretler bitiştirdiğin

Resim:Phil Hale “Flinch”

Mızrakları Işık-Tan

geziyor gafletinde Naci

sürekli kalbi kırık

bacağı kedinin basamıyor

şiirleri ekşitiyor

yüzünü oysa güzellik geçici

hevesleri çivilemiş madam Retina

adama madam adım atsa at

koşturacak hayalleri

elleri zincirle eski bedeni

çıplak ve çılgın memelerini

tanımadığı o keskin kadın

alıp veremediği yüreğinde

kan sürüleri kırmızı uluyor

geceleri açığa süren güneş

mızrakları ışık-tan

dem vuruyor inledikçe

yaradan yaradan ne var

kalan ardından küfür kafir

kudreti pembe sakalları

gururu altında kıvrılan

bukleleri bin bir yoldu

tanrıya vahdet-i vücut şirki

koştu kırık dilinde

bitmemiş tüm aşklara yaşlı

emerken avuç avuç nefesi

zevkle unutuyor merhameti 

Resim: Paul Rubens “Roman Charity”

 

error: Content is protected !!