yalan dilin meyven ellerin

yalan dilin meyven ellerin

yıldız geçitleri karıncalar

ışıklar sırtını kaşındırıyor Naci

yüzü koyun bir çiftlik düşüncesin

melek ayağı köpek sesi

bir açılım istiyorsun ama

çitini kıramayan sen

dünya küçük elini kemiriyor

büyük uzuvlarından başlıyor

yeme bitiremiyorsun sen açsın, aç

maskende küçüldün kaldın

evin mağara ağacı 

yeşil çin çin kedilerin aç

giriyor çıkıyorsun mahallelere

kadın suretleri hayaletler gibi dolanıyor

adamlar adam sarıyor bırakıyor

sıkıldıkça şevkin

ağzın sulanıyor aklın bulanıyor

anlamıyorsun yerde yatan sen misin

meyven mi

uyanacak mısın yetişemeden

titremeyecek 

kime ait gözlerinle

tohumlarını at 

yalan dilin meyven ellerin 

görsel: Roberto Ferri

Kuru Ateş

ateşi tutmak için beni kullanıyorsun

odamız yangın yeri

dilediğimiz gibi örtüşmek üzere

karanlığın dili dilimde

şeytanları bastırmak

gece çıkıp gitmeler camilere

adak adamalar bırakmalar

yüze tükürmeler linç etmeler

öpmeler içmeler

ne varsa kuruyor, içe dönüyor

sen tutuşunca

görsel: Denhol Berry “now-here”

Hocam

seni ben yetiştireceğim

ağzına soktuklarından

aklını karıştırdıklarımdan sorumluyum

“evet, hocam dünya dünya yayıldık”

bir oğlan diyordum ve dişin yerine

bir kardeşini seçtin

“o benim başkamdı, ben diğeriyim”

aldım onu, üzülme

ışığa yakın olduğunda uzuvların

tut içinde, yanıyorlarsa dön döndükçe

seni geçmişin hayaletlerinden ayıracak

makaslar verdim kağıtlarını bul

yüzünü sakladığın anan ve devletin yok

artık çıkar ağzındaki baklayı

ulaşamıyorum olmak istediğin yere

“iki tane yıldız buldum, dilim kuruyor”

ikisi de senin, benim uzandığım yerlerde

dutluklarda gök delenler var

içimiz kan ağlıyor dudaklarından

“hocam”

yok artık, yok korkusu, ağzınla sus

görsel: beetlebaine

Kapı Kulu Şahı

kapının iki yanını tut sıkı sıkı

senden akıllı, senden vahşi

pençeleri arada, büyümek 

yırtmak istiyor dehlizlerini

parçalamak teker teker

yeni can o girecek elbet

sıkıştır sıkıştırabilirsen

senin iki kelimene karşılık

üç ceset çıkarıyor kitaplardan

ağzıyla ağız olma

hayalinde ıslak ıslak kazandığın münakaşalar

akıp gidiyor

çünkü sen nerede yoksan o hep orada

o sarışın, sen esmer

sen esmer, o sarışın

beyaz saçlar buldukça yastıklarda

minber önlerinde, haç altlarında, saçaklarda

kutsal suyun süzgecinde

daha da hiddetle asıl

sendeki kapının örtemeyeceği

bir yara ki ölüm açıldıkça açılıyor

çarşaf gibi, yelkenli gibi

o gencecik oğlan kız oğlan tapıyor

devasa bir olasılık boşluğuna

sen inkar et

üç beş din çeperinde ruhani ve şiirsel

senin iki gecen ona bir gündüz

alma onu içeriye

zincirini dola kimliğine ve suyunu

çıkarana kadar sık

o başkası

o diğeri

kapının ağırlığını duysun

burada olmak için

neleri kurban ettiğini

kimleri kaşıdığını

bilsin yanıklarında

onu tuttukça mesafede

paslanmayacak

demirin tadı ağzına gelmeyecek

ve en az onun kadar mükemmel

mükemmel hissedeceksin

görsel: Enrico Robusti “Romeo & Juliet”

Mehmet Siyah Kalem

Mehmet Siyah Kalem’in cinlerini

içen susuz şeytanlarını

almış bir “nü kadın” etrafına

kedilere çevirmiş, “gülme ya”

yalnız yatağında gel diyor pati pati

kuru dere yataklarından

ormanlar yanarken

sigaramın ucundan yürü

dökülmeden 

hemen ağaç dikelim o yerlerine

çamlar mamlar, kim tutar yeşili

aynı odada pudra rengi

gel sıkış

pamukçuklarla söndür ateşimi

siyah topuklularıyla

baştan kara çıkar çinçinler

yanan inekler kimin uğrunda

sür real mi memle”cat”?

bir iktidarsız çiğnerken bizi

hülyalım, hülyalım

uçakların kalkmamış, hortumların fışkırmamış

sakin ölüm yüzünde is

kuruyor da kuruyor, çıt çıt

kara kalem acısında yanmış kaplumbağa

serçenin kanadında yangın bulutu

şuh bir kadın çağırıyor

inleye yana

insan canavarına yeni ölümler

görsel:Julia Soboleva 

Ya Kulum

Gözlerini deviriyorsun

Ellerini açmışsın

Bir yozlaşmadan bahsediyorsun

Ağında tat yok

Sırtını dönmüşsün

“Makamın bir ağırlığı olur

Başaklarını açmışken almazlar

Eleğinle gitme değirmen dereli derviş”

Diyorsun kendine rüyanda

Yürü ya kulum

Dese baş tanrı tartanlar

İnanmazsın “artık” din dersin

Seni üflüyorlar deliklerinden

Ezgiler dizlerinde

Çıtırdayan namaz sesleri

Yüzünden camiden

Kovulmuşsun

Üç duayı sığdıramamışsın bir kaba

Tecavüzcüye tecavüzcü dediğin

İçin senin ipini yağlıyorlar

Ağacın avuç için

Ahiret konuğu

Beyazların sakaldan seçilmiş

Kazanacağım diye bekliyorsun

Nafile eleğin duvarda

Ekmek oldun hamursuz

Şarap yerine zemzem

Çiğniyorlar seni Naci

Üzerindekileri üzerindekiler

Çalıyor birer birer tarlalarından

Görsel: Corneliu Baba “Pieta”

Tek Dal

Seni tuttuğumda

Ölümü tutuyor gibi korkuyorum

Kara çarşafın bana

Vücudumuzu istemeyen bir tanrıyı

Anımsatıyor ve burkuluyorum

Parmağım damağına takılmış da

Dönmüş anamın acısı

Bir parçası içimde kalmış gibi

Tek dal diyardan

Kocaman parmaklardan

Mermer soğuğu yuvamızdan

Hüzün tutmadan gidemezmişiz gibi

Görsel: Edwin Dickinson: “Old Ben and Mrs Marks”

Manastırdaki Azize

tanrım, beni canavarlarımdan ayır

hayır diyemeyeceğim arzularımı

ıslat ve kurut ve ıslat ve kurut 

bitiştir ve görünmeyen derilerime dik

ters yüz olsun kocaman, kocaman açılsın

ellerim ifadem seni tutmak için

irileşmiş, nasırlaşmış düşüncelerle

manastırını aşka boğduğum vajinamın  

dişlerini rüyalarımda tek tek sök

beraber bir yatakta çiviler üzerinde

çok gözlü, çok çeneli, çok dilli

sevişirken göğü kırmızı düşleyen

yatağımın altındaki gölge benden koru

görsel: Eduardo Kingman “Dua Eden Kadın”

Mavi Yeşil Martılar ve Çimenler

Sanatın dallarında sallanırken

Uykusu gelince uzanmış boğaza doğru

Rüyalarının eflatuna çalan

Kadını olabilmeye kırmış

Atmış değneğini göğe

Bakma durağında mavi martılar

Erillikten utanan hiddeti yerde

Huzurun örtüsü yeşil beyaz pötikareli

Çimen yaprakları üzerine

Uyumak ikinci ölümün ipek teni

Bir tekme bir tokat bir bağrış yırtılan

Her bir çimen yaprağı açılmış bir insan

İnsan et insan ruh insan et her yerinde

Yürümediği yerler için üç kadın seçmiş

Bir yerli, bir milli, bir de inleyen

Acıları memleketten silecek kadar

Büyüyemiş ki gönlü zikirden ayrılsın

Mevlana’nın bir sözüne takılıp

Döndükçe dönüyormuş

“Her şey neye layıksa ona dönüşür”

Figürler arasında kendine fani

Seçmiş yaşamdan arta kalan tebessümler

Sevmekten öte değil yana, yana

Görsel: MD Tokon “Beyon the Grass” 

gönül

üç beş kişi ölümlü diye

gömüldüler yandılar biçildiler diye

biz de ölecek değiliz

hayalimin uçları kırık bak

düşleyemiyorum lehimci baba telin kıvrık

sıcak ağzımın değmediğini yiyemem

aklımın içine bir böcek oturtup kemirten zanaatkar

deli dediğin müdürleri kalem odalarından çıkarıyorlar

bak sen diye şölen gibi karmaşalarda afaki bir heyecan

bir Lut kavmi endişesi var

birkaç kelam etti diye melun bir ruha

hokkabazlık yapmayacağız elbet

hepimizin görünmezliğini para ile

kaldırsak herr ağzı kokana

sanat miskin bir mahlasın ardına saklanır

bize küfreder gidici gidici

ölen ölmüş diye ben ölmem

ben sonsuzun sonuna takıldım

sallanıyorum içimde iftihar eden duygular var

Naci diye bir adamı Naciye’ye sevdiriyor

pazartesi sabahları parkları gezdiriyor

sen dişini fırçaladın mı?

sen yok halini düşündün mü bugün?

gel Naci’ye sür yüzünü

O sana soyulsun olsun sağ sol

Görsel: Bogdan Prystorm

kuzu fıtratı

sevmek mi kurban etmek mi

düşüncelerini beyazından

buklelerinden, elinin hareketinden

yününü, bakışlarından ayıramadıktan sonra

korkularından ayıramadıktan sonra seni

bir rüya içinde meleğe benzettiği için herkesi

hor görmek için hepimizi

İsmail mi İshak mı

bıçak mı ustura mı

hangi tanrı

içimizin mağrasında

gözleri kamaştıran maskeden önce

kuzuyu fıtratında sevgiye boğuyorsa

onun olalım, bileklerimizde

Allah yazıyor diyelim kıvır kıvır  

görsel: Thierry Marchal 

error: Content is protected !!