Canı

canını yakmaya gelmiş

çalı çırpı topluyor köyünün bahçesinde

bir şenlik ateşinde

pencerede silueti dans ederken 

iki büklüm olacak suçlu vicdan

“düşümdeki şeytan bu değil”

diye haykıracak

ağıt yakılacaksa günah

başka kadınların kasıklarında

jilet izleri otuz beşinde görünmez

diyecek okunun başından damlarken kan

tutkunun dönüştüğü korkunç cüce

hemen sırtında

gri tüylerini okşayamadan

oğlunun kızının

bir vahşiye kaçışını düşlerken

üzerine kapaklanıp bir beden olamadan

elbet biri gelip canını alıyor

Ruh Duman

koyun kılıklı akşam sabahlık giymiş

yar seni ayağından asmışlar

beni avlıyorlar sözde sahibelerinden gizli

ağızlarında saçma saçma sözcükler

üfürükten ölüm melekleri Naci

ellerinde kırmızı balonlar arzudan

çıkış yeşil kıskançlık

kuşların kanatlarına asılmış

çabuk çabuk kalbim parçalanıyor

çabuk çabuk hep işiniz

nereye götürüyorsunuz beni?

elim ayağıma dolandırıcı

patlayan renkler odamın karanlığı

içimin sonsuz duvarları tüyden

ördek leşi sen uçuşa hazırlığı hatırla

ağzında ruh denen dumanın tadı

görsel: Irvine

Ağrında Ev Düşüyor

Evini sürekli uçurumun köşesine taşıyan sen

Dalgalardan, heyelanlardan şikayet eden sen

Bir rüyadan çıkarken aklını kirleten el alem

Naci, acemice isteklerin kırkında kırılıyor

Olmak olmak demişsin Danimarka kıyısında  

Fiyort almışsın zihnine, iki yakan bir değilken

Kuzey’in oğlu kanatlanır sen ah et düştükçe

Sahilde deniz kabuklarını çiğnerken ağzına

Kan revan ihtiraslarına yıkılmamış duvarlarına

Sür ıslanırken dalgalarla sen anca dalga geçerken

Eviriyon çeviriyon çaktırmadan çakılıyorsun

Başını bağlamışsın ağrıdan çıkamıyorsun karşı

Bir pencere kocaman bir ufuk yer dans ediyor

Ayağının altından kayan yıldız anbean sen

Naciye’ye şükret, gümüş köpüklerinde her akşam

Eve gelen düşüne, şükret parça parça bölünmeyen

Kendine has bir takım takıntıların gemilere

Yolculuklara inanıyor, fakat evin tam bir çelik

Yelek ve sen üşüdükçe vuruluyorsun kalbin delik

Deşik eşiğinde doğmamış çocuğun beşiğinde dört

Yöne ayrılmış yerli hikayeleri, kum taneleri

Savruluyor sen düştükçe küçük kuyunda baban el

Yapıyor gel ben ol, vaktin gözünü kapa dilinde

Evinde duruyorsun biblo gibi el gibi ağır mı ağır

Görsel: Wayne Thiebaud

Koru

bizden koru beni

bakire tanrının izcisi

görmediğim nefesinden başımı  

ayırmadığım dizinden koru

bir duanın renklerini ayıklarken

seni çıplak omurlarından tutmuş

uyku yakanı kirletir diye

sert mi sert koru

yuvarlağıma, ağzın dilin değiyor diye

zevkle korkunç bir şey tanrım

sopan, kafamdaki mavi gözlerin

kasıklarımda izi buzdan dişlerin

açıkta değilim, rahminde üşümek yok

sana bürünememek kış değil

ak teninin karaya çaldığı deliliğe

ölmüyorum, özlemeden başka bir mevsimi

kurban ettiğimiz aylar, ayinler, ahitler

bir tapınak şemsiyenin altında çıplak

koru bizden bizi   

görsel:Glenn Brady

Nardan Işıklar

cennet bekliyorsun dizlerinin üstünde

elleri var ormanların ve büyükler meyveler

boynunu bükmüş sakalına küsmüş adam, adem’in elması

yanı başında yüzlerinden birini istiyorken

bir tanrını ayaklarının altındayız farz et

güllerin olmadık yerleri gözlerini delmiş

ezildikçe karışıyoruz, üzümün şarabıyız de

o kadar renk içinden uyumayı seçtik farz et

başka birinin cenneti açılmak üzereyken

ağaçlara tövbe ettirirken yanar ya için

hep üzgün yüzünü gösteriyorsun biliyorum

oysa mutlu olduğunu

oysa sırtımızı verdiğimiz evimizde

kozamızda her sabah dirileceğimizi

çiçekleri toplamak için geceyi beklemeyi

ağzında pembe kırmızı kekremsi bir tat

rüyama girdiğini, çıplaksın biliyorum

dönüp dolaşırken benle insanlar arafta yaşıyor

nardan ışıklar aydınlatsın sevgimizi

görsel: James Jean, “Cennet”

Taş-Sarı

bir günah ki içinde sarılmış

sarıymış ve tövbesiz olan kadın

altından harelenen ıslak 

utancından kırık

iki adamı sevdiğinden daha çok

bir tanrıya inandığından

sırtında bembeyaz bir yük var

diye dönmüş

kamışı ağzında neyzen

duvar ahengi bozuyor

dervişler dönerken gözlerinde

dile getiremedikleri adamın boğazında

ilmik ilmik olmuş

hatta olmamış ne varsa

gölgeleri tutan bir kukla ustası

gülümsemesi iplerinde ölüm

ve dev anası ve devler ve devlet

gülümsüyor kara bir deliğe

çekiliyor uzuvları, aklı, ruhu, şehadeti

şiddeti sevmekle bol pişmanlık

izin vermiyor ülkesi çekirdeğin

açılmasına sararmak yerine yeşermesine

ilk taşı en çok sevişen adsız

Görsel: Bahram Hajou

geceyi içiyorum iki kere

yalnızın dudaklarından elleri morarıncaya kadar

geçmiş gecenin deli uykusuna uzanan kan emici

güzel adam doldurduğun evin önünde ahını bardağını

mavi gözlerini denizlere yatırmadan

uzat uzatabildiğin kadar tertemiz bağrından kırmızı

kanını emdiğin tüm kadınlar özlüyorken şehrinde seni

dili döndükçe arzular yanıp sönen pencerelerde ışıklar

Görsel: Catdogville “drinking the night away 2” 

Özür Dilemez Yangın Sevici Yok Tanrılar

sigara parmaklarını yakarken

yakılmayacak şeylerin düşünü kuruyorsun

ki mesela düşlerin, düşlerin

parmaklarını tutup çeken beş peri

beş farklı yok oluş şeklinin etrafında dans ediyor

aşık olmak

aşık olamamak

unutmak

unutamamak

bedenin iradene galip gelmesi

sayamayacak kadar çok tövben oldu

içtikçe yok olan umutların fışkırdığı pınara

ağzını dayaman

oksijen hem ölümdür hem de yaşam

su, su özür dilemez

çok bilmiş bir adamdır hep yalnız kalan

kadın hissettiği kadar büyür

ve üzerlerinde sigara söndüren deli tanrılar

çünkü yoklar

ve ağlamak söndürür yangınları

derimiz kurumadan, nem var kuzum

gel kurban edelim, gel kurban olalım

Görsel: Armand Seguin, “Yapma Cennet” (1895)

yengeçvari kırmızı kadın

yalnızlığımı kırmızıya boyadığımda

biri geliyor ve öldürüyor beni kadın olduğum için

sahillere yakın yerlerde uyuyor sırf zırhıma inat

dağların kararmadığına özen göstermek için

gölgemi sürüklemiyor, bulduğum denizlere bastırıyorum

kanın dağılışı ebru sanatımın ahengine denk

gelince de ellerimde tuttuğum başımın ağrısı

babamı, anama sevdiriyor ve bir döl denizinde uyanıyorum

yaratılışın tanrının kasık ağrısı olmadığına

kolay ikna edilebilecek bir yerde değilim çünkü

ağzımda ıslak tuzlu bir tat yapış yapış

ciğerlerime, sevdiklerime ve saçlarıma bulaşırken

küçük körfezimde düşlerle yıkanmak ve

yengeçvari bir yaşamdan arta kalan yan yana

daha az cinayete nefes almak için duruyorum

görsel: Owen Gent

aşk ve kelebekler

ağaçlarımızın güneşi yuttuğu sabah

yaprakların dilindeyken henüz yangın

gel kaçalım seninle çırılçıplak

tarlaların sapsarı tüylerinde

sakladığımız çocukları alalım yazgımıza

durmayalım da öyle çok durmayalım

efendilerin kırbaçları kurumasın

dünya hala parmak uçlarında

ölümün gözleri kapalı

iki gölge gibi koşarken parıldayan

dipdiri uzuvlarımız, niyetimiz

tut ki kanatlarımız, kardinal kuşu ayinleri

kırlangıçlar gırtlağımıza kadar aşk

taşıyor ve kelebekler

renkleri tutuyor biz karışalım da

adamlara kulluk etmeyelim diye

görsel:Kerry James Marshall “Vignette”

hafızamın ıslak kenarları

hüzünlü bakma öyle 

yaşamının parçaları ağzında ıslanıyor

açlığının şekli yok çünkü

bir şey desen seni isteyecekler

sussan gönül razı değil, şiirmiş

vişne çürükleri, sevdiğin renkler vücudunda

kelimelere dönüşüyormuş ölmeden, dokunuşlara ahlaksızlar

diyen ilk insanların edep yerleri, incir yaprakları

ve şeftali yok ama nektar var, yakınsın

bilemiyorsun ki doğru mu yakaladın yelkovanı

kendini sunduğun hep birileri var yok arasında

sırtındaki yükü, yüzündeki insanı iki kere koymasalar

çağırmasa aklın seni

kitap koymasan bulutlara kızıl gözlerinle

yakınmayacaksın iki taneyi bir ağaca

iki kuşu bir taşa kurban etmeyeceksin

ellerin kirli diye güzelliğini unutacak değilsin ya

içinde ne varsa taşıyor bize çünkü

en az bir kez sevdin sevildin

görsel: Alexandra Waliszewska

Alev Beline Kadar

bir kişi olabilmek için çok kıyıya vuruyor

dizleri hep yosun ve kaya balığı

ellerinde pullar, dudaklarında tuz gözleri

deniz yıldızı vurduğu kaptanın kalbi iri

bir dişini gemiye bağlamış

yedi yaşında beri çekilsin istiyor

çekilsin uzaklara, en kara dibe, aşk körfezlerine 

ölümü o kadar korkutmuş uzuvların içine

ancak beline kadar çekiliyor 

ay gelince adet görsün alev alev

kan revan öyle büyük ateşler

aklını başından alınca saklanıyor da

ancak beline kadar, ışısa yeter

sarsa onu deniz anası, Anya’sı, suda kıvılcımlar

dilinde kelimeler, köpükler, kudurdukça

yangına değil de küllere, sövünce belki

oturduğu kayalıklarda gece olur

evi yıkılır yakamozdan yapılır düşleri  

yeniden doğar baktığı gökte taşlarda yandıkça

çerçevesi kıpkırmızı, bembeyaz içi

huzur çenesine dayadığı avuç içinde  

görsel: Hernan Bas “Deep in the Dark of Texas”

error: Content is protected !!