gönül

üç beş kişi ölümlü diye

gömüldüler yandılar biçildiler diye

biz de ölecek değiliz

hayalimin uçları kırık bak

düşleyemiyorum lehimci baba telin kıvrık

sıcak ağzımın değmediğini yiyemem

aklımın içine bir böcek oturtup kemirten zanaatkar

deli dediğin müdürleri kalem odalarından çıkarıyorlar

bak sen diye şölen gibi karmaşalarda afaki bir heyecan

bir Lut kavmi endişesi var

birkaç kelam etti diye melun bir ruha

hokkabazlık yapmayacağız elbet

hepimizin görünmezliğini para ile

kaldırsak herr ağzı kokana

sanat miskin bir mahlasın ardına saklanır

bize küfreder gidici gidici

ölen ölmüş diye ben ölmem

ben sonsuzun sonuna takıldım

sallanıyorum içimde iftihar eden duygular var

Naci diye bir adamı Naciye’ye sevdiriyor

pazartesi sabahları parkları gezdiriyor

sen dişini fırçaladın mı?

sen yok halini düşündün mü bugün?

gel Naci’ye sür yüzünü

O sana soyulsun olsun sağ sol

Görsel: Bogdan Prystorm

Ruh Duman

koyun kılıklı akşam sabahlık giymiş

yar seni ayağından asmışlar

beni avlıyorlar sözde sahibelerinden gizli

ağızlarında saçma saçma sözcükler

üfürükten ölüm melekleri Naci

ellerinde kırmızı balonlar arzudan

çıkış yeşil kıskançlık

kuşların kanatlarına asılmış

çabuk çabuk kalbim parçalanıyor

çabuk çabuk hep işiniz

nereye götürüyorsunuz beni?

elim ayağıma dolandırıcı

patlayan renkler odamın karanlığı

içimin sonsuz duvarları tüyden

ördek leşi sen uçuşa hazırlığı hatırla

ağzında ruh denen dumanın tadı

görsel: Irvine

Ağrında Ev Düşüyor

Evini sürekli uçurumun köşesine taşıyan sen

Dalgalardan, heyelanlardan şikayet eden sen

Bir rüyadan çıkarken aklını kirleten el alem

Naci, acemice isteklerin kırkında kırılıyor

Olmak olmak demişsin Danimarka kıyısında  

Fiyort almışsın zihnine, iki yakan bir değilken

Kuzey’in oğlu kanatlanır sen ah et düştükçe

Sahilde deniz kabuklarını çiğnerken ağzına

Kan revan ihtiraslarına yıkılmamış duvarlarına

Sür ıslanırken dalgalarla sen anca dalga geçerken

Eviriyon çeviriyon çaktırmadan çakılıyorsun

Başını bağlamışsın ağrıdan çıkamıyorsun karşı

Bir pencere kocaman bir ufuk yer dans ediyor

Ayağının altından kayan yıldız anbean sen

Naciye’ye şükret, gümüş köpüklerinde her akşam

Eve gelen düşüne, şükret parça parça bölünmeyen

Kendine has bir takım takıntıların gemilere

Yolculuklara inanıyor, fakat evin tam bir çelik

Yelek ve sen üşüdükçe vuruluyorsun kalbin delik

Deşik eşiğinde doğmamış çocuğun beşiğinde dört

Yöne ayrılmış yerli hikayeleri, kum taneleri

Savruluyor sen düştükçe küçük kuyunda baban el

Yapıyor gel ben ol, vaktin gözünü kapa dilinde

Evinde duruyorsun biblo gibi el gibi ağır mı ağır

Görsel: Wayne Thiebaud

Özür Dilemez Yangın Sevici Yok Tanrılar

sigara parmaklarını yakarken

yakılmayacak şeylerin düşünü kuruyorsun

ki mesela düşlerin, düşlerin

parmaklarını tutup çeken beş peri

beş farklı yok oluş şeklinin etrafında dans ediyor

aşık olmak

aşık olamamak

unutmak

unutamamak

bedenin iradene galip gelmesi

sayamayacak kadar çok tövben oldu

içtikçe yok olan umutların fışkırdığı pınara

ağzını dayaman

oksijen hem ölümdür hem de yaşam

su, su özür dilemez

çok bilmiş bir adamdır hep yalnız kalan

kadın hissettiği kadar büyür

ve üzerlerinde sigara söndüren deli tanrılar

çünkü yoklar

ve ağlamak söndürür yangınları

derimiz kurumadan, nem var kuzum

gel kurban edelim, gel kurban olalım

Görsel: Armand Seguin, “Yapma Cennet” (1895)

hafızamın ıslak kenarları

hüzünlü bakma öyle 

yaşamının parçaları ağzında ıslanıyor

açlığının şekli yok çünkü

bir şey desen seni isteyecekler

sussan gönül razı değil, şiirmiş

vişne çürükleri, sevdiğin renkler vücudunda

kelimelere dönüşüyormuş ölmeden, dokunuşlara ahlaksızlar

diyen ilk insanların edep yerleri, incir yaprakları

ve şeftali yok ama nektar var, yakınsın

bilemiyorsun ki doğru mu yakaladın yelkovanı

kendini sunduğun hep birileri var yok arasında

sırtındaki yükü, yüzündeki insanı iki kere koymasalar

çağırmasa aklın seni

kitap koymasan bulutlara kızıl gözlerinle

yakınmayacaksın iki taneyi bir ağaca

iki kuşu bir taşa kurban etmeyeceksin

ellerin kirli diye güzelliğini unutacak değilsin ya

içinde ne varsa taşıyor bize çünkü

en az bir kez sevdin sevildin

görsel: Alexandra Waliszewska

Alev Beline Kadar

bir kişi olabilmek için çok kıyıya vuruyor

dizleri hep yosun ve kaya balığı

ellerinde pullar, dudaklarında tuz gözleri

deniz yıldızı vurduğu kaptanın kalbi iri

bir dişini gemiye bağlamış

yedi yaşında beri çekilsin istiyor

çekilsin uzaklara, en kara dibe, aşk körfezlerine 

ölümü o kadar korkutmuş uzuvların içine

ancak beline kadar çekiliyor 

ay gelince adet görsün alev alev

kan revan öyle büyük ateşler

aklını başından alınca saklanıyor da

ancak beline kadar, ışısa yeter

sarsa onu deniz anası, Anya’sı, suda kıvılcımlar

dilinde kelimeler, köpükler, kudurdukça

yangına değil de küllere, sövünce belki

oturduğu kayalıklarda gece olur

evi yıkılır yakamozdan yapılır düşleri  

yeniden doğar baktığı gökte taşlarda yandıkça

çerçevesi kıpkırmızı, bembeyaz içi

huzur çenesine dayadığı avuç içinde  

görsel: Hernan Bas “Deep in the Dark of Texas”

bir şehrin tokadı sessizlik

ahireti sağ tarafına yatırmış uyuyor

odasında körebeler ayetler okuyor

Naci’nin iki yanağından al al

kasıklarında ince sızı rüyalar

bir şehrin tokadı sessizlik

dünyada tek kendi varmış gibi

yolculukları anımsıyor camdan arabalarda

geçip giden kasabalar

yoldan içeride vadilerin derininde

bir tanesinin çekirdeğinde

cıvıl cıvıl bir narenciye bahçesi

şafak ile çıplak ayaklı sevgilisiyle

yürüyeceklermiş turuncu

öyle bomboş sokaklar

tek katlı evlerinden süzülüp

çimenlerin denizinden

portakallar ellerine, mandalinalar

çiğler çiğlere değer diye

azcık ürperip sarılmak için

bahçelere çağırıyormuş dikenleri unutmuş

dikilmiş bir çiçek, bir yılan, bir adam

öyle güzel bir kız olmuş Naci

aldatmamış hiç gözyaşlarını, adamları

üzerinden atlayan kedileri

ahireti sol tarafına batırmış kanıyor şimdi

görsel: Françoise Felice 

uluma

kalpleri yerinden dilinin keskin tarafıyla

oynatarak kendine iktidar alanları açmak

aşk dilenen kalemin yumuşak tarafı

gözyaşı mürekkepten berrak

ölü bir şairin kanatlarına dokunmak günah

çok günah eğer taşıyamıyorsa

tanrı yok olduğu an vücuduna sarılmak

af dilenmek zamandan ince

kurdurduğun hayallerin taşlaması

kayadan ağır, tüyden hafif

sıkışmak iki yılan arası  

orgazm ülkeleri, aklın nemli köşeleri

cigaralar, aynı hikayede aynı denizci

şehrin kadınlarını yerken beyazdan

ışıltılı gözleri, her yerde su

beyefendi başı önde evinde

aşinalık, bir aidiyet biçime haline gelmiş

dil dolandırıcılığında birinci 

üstüne yıkılıyor kuru gölgeler

laf ebesi doğurtmuş ağzı kesilmeden

kristal egosu çocuk gibi

kırılınca en çok kendi delik deşik

acziyet zindanı bekçisi Naci

zevklerin başındaki gri

dudaklar-sözler geri alınmaz ancak unutulur

boğazlarından çek ellerini

insan dediğin hep kendinde boğulur

görsel: Gerard DuBois

avcı siyasetinde şehvet bataklığı hayırlı

dini-bütün halinden

parça parça eksilirken

imanını alıp kaçan karıncaların sosyalizmine

birikirken ifade ifade üstüne

ekmek kırıntıları serpmek yerine

kandilleri dirseklerine kadar yakıp

fener alayları, röpteşambır, altın ziynetler

teşhirciliği yapan bu ulusun tanrıya

seslenişini kendi ahşap göğüs kafesi camiinde

tahta kurularına bırakmamak için

için derslerinin kabuklarını

sevişmek istediği dünyalara yara bandı

ahiret inancı ve sırf estetiğe dayalı bir değer

yargısına irdelemek için ihtiyarların

kıvrımlarına yasaklar spiralinde hüzünler

sarıyor memleket saklıyor

nadide nadide Naci

bebeklerin aklı yerinde değil

ellerinde akordeonlar

giyotinler birer melek ışığı

atalarını atlarına binmiş kamçılıyor

şehvet dizlerinde bükülüp bükülüp açılıyor

kuzuların içinden geçip postlarını delen

kurtları aklında avlıyor kocaman

tüfeği elinde bir o yana bir bu yana dua

sırtında kadırgalar boğaza, yüreğine aidiyet

indir indirebilirsen rüzgar senin zilinden

düşüp kilise çanlarına öfkeyle vururken

anlamayı beklemesen ölmeyi beklemediğin kadar?

görsel: Sanya Kantarovsky “On Them”

Habersiz

bazı sevgilerin üzerini örtmüşsün

kalın kaplan derisinden saklı gerisinde

dudaklarınla baş kaldırıyorsun Naci

yok yere, yok göğe, yok nesline 

seni çoktan harcamış turuncu sakallı  dede

sırtında izmarit söndürüyor 

isimler hep pembe yaldızlı 

yeşil vasiyet var desen olur olmaz

boncuklarını topluyor zevkle nazar

değdiriyor sana hep boyun eğdiriyor

köle çocuk, küllük et bana hayvanca

etinde söndüreyim yangınlarımı orman

yeni bir kadını doğurduğunda annen içinden

konuşuyor fısır fısır

demedi deme sakla

Corona virüsü Çin’den geliyor ejderhan

sembolizmi derste yediriyorsun aç kalmış

iki satıra sahip çiçekler

ondan, ondan değil bahanen ellerinde yırtılmış

kitaplar, kitaplar tenin yerine geçmiyor

gergin ama pürüzsüz sözcükler

kancaların, penislerin olmuyor, gözlerin

kim konuşuyor duymuyorsun, ne duymuyorsun?

huzuru elbise gibi giymiş Yunus Emre

sana kardeşin var mı diye soruyor ama

yoksunluk yoksunluğu karaya boyamış

yakacak çalı çırpı göğüs kafesin kalmış

kuş ciğerini çalgılara tel tel dökülürken

gel taşlarını at bana senin yerine yere

eğreti niyetine düğün yapan bir baban olsun

bir de sana bakan var sevdiğinden habersiz

hep habersiz yürüyorsan her şeyden habersiz

Görsel: Guillermo Lorca

Buz Mağarası

çok soğuk ve karanlık masmavi oysa gökyüzü

bir hayaletin kuşbakışı fotoğrafına yaslanmış

Naci nefesin sıcaklığına duacı dudaklardan

yaratılmanın affedilecek taraflarını ayıplıyor

*

incecik dilimleri açılamadan çiçekler buzullara

benziyor zamanın kara kuyusu göz bebeklerine

insan maddeden can buluyor hayal ettiğini hep

detaylar kıvrımlar perdeler dönülmezin iktidarı

**

dapdar bir kimlik Naci geçirmiş üzerine üşüyor

baktıkça içinin karakoluna döne döne düşüyor

dondurucu bir huzur unutmanın çağrısı aynaya

alemin polisi çevirsin fikirlerde ateşi buza

***

Görsel: Georgia O’Keefe “Ice Cave”

Balık Sırtı/Isırdı Oğlan Yüreğin

yağmuru çalmaya yeltenen

yelkenlerden ellerin evlerden

evvellerden kalma pembe dillerin

saydamlıkla ilgili çekincelerin

hiçlikten parça koparıyor içimden

balık sırtı oğlan yüreğin

ıslandıkça köşede bıraktığın neşelerin

güneşin eksikliği seni ürkütünce

soba, yangın kalp, radyatör, adam

kanlı canlı kadın, bir organik yapıya aç

metal pullarının damlaları öteleyeceğini

bile bile dışarıya bu kadar bağımlı

korkularını yutkunuyor susamadan

balık ısırdı oğlan yüreğin

***

oysa hiçbir şeye ihtiyacın yok Naciye

ansızın gözlerini alev açmış

sudan başını çoktan çıkarmış nefesle

kendini bulduğun bedenin

eziyetin çoğu su sadece su herkes su

balık sırtı oğlan yüreğin

bulantılar, seller, taşkınlar su

gök soygunculuğuna meylin ondan

bulutları sağmak için ufak 

mutlak bir açlık için yüreğin çok ufak

yağmurun bile ellerin su

balık ısırdı oğlan yüreğin

denizleri üzerine sarmanın meddücezirlerin

sarılıp sarılıp bırakmaların sonu yok

düşeceğin denizlerin diplerin

***

görsel:Andrew Blucha

error: Content is protected !!