Cennetin Yaprakları

bakışlarının seni delip geçtiği çıplaklık

kendinden korkun kafiye buluyor

yazdıkça boynun nefesin kesilen

ölü sevici

kelime ağacına asılmış

hangi cümle canlı ki

sonbahar geldi dökülüyor yapraklar

içimdeki karanlığın sana bulaşması için 

tutuyorum yanık avuçlarımda kül

biliyorum şeytandan bir şey kaçırdığını

herkesin dolu günah kesesi

kuruyor, bükülüyor

vücut dediğin

cennetin yaprakları

kasların, duruşun, ışığın

sen de kendini yok etmek istiyorsun

gölgelerin, sensizlik güzel bir şey

sensizlik sessizlik, hiçbirinin vücudunda

sözcüklerle delilerle dans etmek

taş plaklar, bebekler, topuklar

utançla kırılana kadar

herkes şeytan olmak ister çocuk, bir Yehuda

çünkü bilir tanrıyı en çok onlar sever

en ahlaksız teklifini kabul edecek kadar

sever ve ısıra ısıra kendi kuyruğunu 

kanatlarında biter

vicdan azabı Allah’ın nuru  

Görsel: George Dawe “The Demoniac”

Aldı Aldı

deliydi ne yaptığını ne kendisi

ne biz bilirdik hani kediydik

bizim dilimiz acıtırdı

anlatamaz anlamazdık

al bayrağı sırtına dolayıp koştuğunda

alının tam orta yerinde bir mermi

yaşıyordu bile ölmeden

göremedik

düşman edilen çocukları denizde

temizledi kurşun asker

batar tabya ve demir dikenler

yıkadı ellerini ayaklarını sabunlarla

silahları karıştırdı Naci

orduda sevmediler hep yalandı diye

kuyruklu diye memleketi kurtar

dığını dağından sürdüğünü

unuttular iman tahtasındaki

mermiyi ve dua okuyan papazların

korkusunu ona sarıldığında

dinden çıkarcasına çağladı Anadolu

Naci’nin kıyafetleri boldu

büyük gelirdi ne tutsa tutsaklıktan

kursağında bir hürriyet kalmıştı

sarıldı ve aldı

görsel: Hans Larwin “Asker ve Ölüm”

İnsan Değil

aklımdan kelimelerimi çalarak var olma çabanı

bu sahte şahika sahnende duyuyorum

takdir etmekle beraber

günahlarımı güneşte kurutulmuş domatesler gibi

günlük sıkıntılarına meze etmeni

domuzular gibi istemeni

rakı diye arzu suyumu içmeni

seni ve dünyayı artık insan değil de

insan ötesi bir metal parıltısı gibi

görmemi

meme uçlarını değişmez gerçekler gibi

dudaklarımda büyütmeni

artık umursamıyorum

etimin yerine demir taş toprak geçeli

dil kullandığımızdan beri

insan olmadığımızı fazlası

biliyorum

sevişirken takır tukur ses çıkarmamızı

araya sıkışan onu bunu

eski sevgilileri

ana babamızı yataklarımızı

öldürmemizi

mazur görüyorum çünkü

bir makine pişmanlık duymaz

görsel: Phil Hale  

Sarı Sigara

yangın yerleri vücut parçaları

aşık insanın parmak uçları

havaya sıçrayan serçe

sigaranı bitir sarını aç

birçok kez sevdiğini düşündün Naci

bir çeşit işit tanrı sessizlik

sevildiğini, ölümlü yüzünden dirildiğini

kelinin yandığını harelendiğini

dumanlandın aklında

ama bırakamadın ki erilliğini

dilini çok kullandın diye

kızıl denizi ayırma görevi sende

kim inanacak sana

borcun kime

kumların üzerinde sende, sen de

söyle ufacık zaman dilimleri ne kar

ne de kum tanelerine sığıyor

hayal düzdüğün kanepede kandırılmak

aşk dediğin kayıp akıl sulu meyve ile

lekeli ise

ise senin isteklerin birçok yaşamı barındırıyor

çok da köhne ülkende dedi kahin

kül üfle kül nehrin zihnin

küçük derende, şilepler, kalyonlar, dev müzeler

içkin elinde

yüzdürme çaban, çok yaban ve yavan

sarı göl, sarı dudaklar kapalı

Naci ne zaman göreceksin kendini

ve sıkıştıracaksın dilberin gözüne kalbini

özünü ve zamanın tutamadığı kaşığı

ve içindeki aşk iksirini

dökülsün toprağa

görsel: Luca Boni “Siesta”

Mavi Pamuk Şekeri

bulutun tanırının sakallarından

yalnızlığa kovulduğu gece

gene gene tanrının rahminde açık

maviden önce

deniz dizlerinde gülünce

aydınlık

öyle parlak bir çakıl taşı bulacaksın ki

bir tek senin gözlerinin balı nefsinden hafif

kuş tüyü dokunuşlar gelecek

pembe mi pembe avuçlarına küçülünce dua yerine

kuşların kanat çırpmadan süzüldüğü enginde

huzurunu bulmuş tebessüm  

bir tek seni dinden ayırıp

güneşten gönlüme tutuşturacak ve günah

sömüreceğiz

pamuk şekeri bulut dilimizler

görsel: Vanni Saltarelli

Ters Yüz

uçurtmanı ters tuttuğundan yerin

içine çekiyorlar seni

bu zevk değil

anca solucanca

kasığına kanca takılana kadar

sürünüyorsun kumca

inci toplayacağım diye daldığın

denizde tuz topakları ağzında

gözlerin hep kırmızı

kan besler gibi

kiraz tükürür halde uyumuyor

vicdanına asılanlara yüz vermiyorsun

“ben mi yarattım?”

kuş çok büyük çok zengin çünkü

yumurtaları almak için kesmeyeceğin

kaz yok ama anaların yavru keseleri

mezar taşları hepsinin

içinde bir kitap

sana bela okuyorlar

sevilmek zor iş, parayı yer yutar

nefsi kurutur çamaşır ipinde asar

kim sana gülüyor bilemezsin

nefesin kesilir

ölüyorum diyemezsin

gel çık gömüldüğün yerden

bir önceki şiire inan af dile

görsel: Joseba Eskubi “Insomnia”

Düşman

eve geliyorsun akşam

hiç görmediğin bir oda, göğüs kafesi gibi açılmış

sıkışık nefes katılaşıyor

geriliyorsun ağızdan ayak parmağına

kasap dükkânı köyde boncuklu ipli hasır kapı

aradan kan ışığı sızıyor

ipler kıpırdıyor kurban eti kokuyor

insan insan içinde kendilerine cemaat

içeri giriyorsun ve en sevmediğin insan sana bakıyor

yerinden kalkıyor hemen

“affet” diyor, “hata ettim, kurtar etinle”

eline sarılıyor, yanağını sürüyor

gözlerine bakıyor

elleriniz kan ter içinde, karışıyorlar istemesen de

“affet” diyor, senden çok daha iri

bir içine girsen yaşayabilirsin fark edilmeden

dokunuşunda tanıdık bir ihtiras ve çekince var

sakladığın bir leke sanki

bu işte en sevmediğin, nefret ettiğin

herkes hem fikir hem de et

adını duydukça heyheylerini çıkaran

o tür şeyler düşündüren çıngıraklı zat bu

“gel yer değiştirelim” diyor “her şeyim senin olsun”

cinsel organlara kan gidiyor

öldürmek ya da yaratmak, işte mesele

ne yapacaksın kan-dıracak mısın? affeder misin?

görsel: Maya Bloch

Keyif Gözü

Şiir olmadığını söylüyor. Çünkü çok insan duysun istiyor.

Şiiri hissetmek için ayda en az bin dolar gelir gerek. gelir gider. dolar boşalır.

Gerdeğe giremedikçe gergadanlaşan engerek, hepimiz ergen.

Buyuz, suyuz. İçiyorlar memelerinden.

Cennette bir nehir var ve Boğaziçi’nden geçiyor.

Şiiri anlamıyorlar çabuk gelsinler, boşalsınlar, bilsinler.

Minare dönsün dolaşsın, dikleşme, erkek egemen meme ucu.

Ahhh istiyorlar. İnleme. Kafalar yeter sanki….

Bir şey duyayım ve ağzım açık kalsın, aklımı çalıştırmayayım.

O zaman ağzına … yaparlar…

Güzel şeylerin hiçbiri şeyinden, Şeyhinden böyle değil.

Zamanı parçala, sür, macun o, bak saçların aklaşacak.

Sana kim yaklaşacak?

Tek bir adam gelsin, seni sürekli mutlu etsin, yok öyle şey Naci.

Eşcinselleri dövüyorlarmış, inananları bilmeden seviyorlarmış.

O da değişir. Gözü mor bir insan kalır.

Biz başörtüsünü de saçı da seviyorduk. Sınıfımda hepsi insandı.

Kim kırdı?

Dilim cop olsa da vursam her birinize. en çok da küçük kendime.

Tanrının umurunda değil belli… istersen elli, ister yüz, istersen boğul.

Allah bir kanat vermiş. Hiçbirimiz bulamıyoruz uçmadan.

İnancın atlayışı, Kierkegaard bahçesinde kalmış…

Madam, madem çikolatanız Madlen, biraz zevk verseniz.

Keyif gözünün yağı, kalbinin nasırı…

Sen hiçbir şey yapma, her şey sana gelsin…

Yok ya Naci?  Ne ala, memleket…

görsel: “Ember Two” by Graham Dean

Sırça Dünya

gözlerimin eskidiğini gören aynanın

şahdamarını kestim

tanrıyla

durmuyor hala kızıl bakışları

kırılmayacağını sandığım camın içinden

her geçtiğimde değişiyor

gördüğüm insanlar, yürüdüğüm yol, şehrim

içimde cama üfleyen deli

anlık bir büyü

herkes duruyor

olduğu yerde buzlu camlar

müthiş yoğun ve geniş bir sessizlik

bir anda, istinasız herkes bana dönüyor

ve tek-bir ağızdan

ismimi haykırıyorlar

gözleri üzerimde asılı

nefes almamı engelleyen poşeti

bedenimi saran bu ucuz ince plastik deriyi

çekip çıkarıyorum üzerimden

ağzım balık ağzı

anlık nefes anlık 

cam kırıklarımı döküyorum

dakikalarımı

az az

parlak kalbimin son yüzünü

çürümesin diye sürdüğüm

aşk cilası, artık yetmiyor

su kırıkları suretler

kesip gidiyor

sonra bir anda herkes işinde gücünde

İkarus’un ayakları da denizde

çekiliyorlar ve delik deşik oluyorum

durduramıyorum sırça dünyayı 

görsel:Rick Berry “Cliff Dweller”

Sevmiyorum

bizim büyük yalnızlığımızı küçülten o anları

tutamayan

dokunuşlara açılmayan kelimeleri

sevmiyorum zamandan kaçamayan şeyleri

sıkıştığım bu odayı

tekilliğimi

şiirsiz masayı

bedensiz kanepeyi

sırsız dolabı

hepimize vaat edilen karanlık toprakları

sevmiyorum

çürümekten düşlerini dişleriyle

çekip çıkaran

hediye cesedi

zevkle harmanlayanı ve

bir şapkanın sakladığı aslanın

kükreyemediği sıradanlığı

sevmiyorum gölge

evinin tozunu yok etmeyi

altın sikkeleri

sevişmeye tercih eden aklı

bizi aynı resme boğan her şeyi

kapalı ama aydınlık pencereyi

kıramayan hayali

sevmiyorum

görsel: Vilhelm Hammershøi 

çürüyen

olmaktan korkuyorum

insan

çürüyen

eklemlerden kaslardan gözlerden

düşüyor dilimden

söyleyecek sözün ezildiği üzümden

ağzımda hep birinin eli

anamın babamın devletin

zevk vermiyor

hep bir başkasının kelimesi, meali

şarabın yıkadığı

tasavvuf ahlaksızı

bir olduğumuz Allah

ise üst üste bedenleri

tutuyor ar damarımdan beni

onu da öp

bebekleri kocaman

şahdamarımda

yatağımızda mesafe yok

aç sana

aç sana

birbirimizi dokunarak seviyoruz

üzerimdeki tanrı kılıklı biri

inlerken

bizi bizle koruyor

görsel: Eliran Kantor

Çıkarın Bıçakları

çıkarın bıçakları

adam kucağında gözü yolda

can verecek İsa Efendi

kan çiçeklerine toprak kâse az şarap

tas tamam yusyuvarlak

ölüyor ölüyor koşun odaya

karısıdır anasıdır bilemeyiz bir kadındır

bıçak sırtı

sırat köprüsü

kırıldı kıralacak

bacakları ayrılacak

hep bir kadının gömüldüğü

yerlerde biten ağaçlardan

saplar saplar

kim bilir Naci onlara ne yapmış

ihanet ettiğini eteği

ütülerken etinin üzerinde

BoDoSlama başkan

zincir, takoz ve otuz bir adet çekme halatı

kurtarmaya gidiyoruz

anam yangın yeri

babamı zor çıkarırdık

geri koyamıyoruz

morgda bir çekmece açılmış

oraya gitmeyecek ya sözde

koltukta taklit etmek için

yüzünü üzgün kılıyor

bebek teni kadavra

salmış kendini hale bak

arası muşta

apış arası arayışta

tüm kadınlardan bir bıçak

bizim hüzünlerin hanım efendisi

öcünü alıyor bileyerek dilini

konuşuyor da konuşuyor

ayrılıktan sözünü kim kesecek

çıkarın bıçakları

Görsel: “Our Lady of Sorrows” by Pauola Rego

error: Content is protected !!