Zu

huzurumdan için huzurumda

ölüm var

ismi

alim

yandım bilmekten

zulasında

babamız efendimizin

zulası

eteklerinin altında kaybolan

ağzım küfür

açlığın açıklığı

sarındığım kelimeler

doyumsuz

kurtların postu

sarı gözleri “papa” zulmü

kuzunun kürkü korku

Mevlevi’nin elleri

aşağı yukarı

dönecek

gün

düğün günü

görsel: Konstantin Korobov “Agnus”

Cennet Kesilmesi

cennetime almıyorlar beni

ağzımda papatyalar nergisler elleri

çok aşk içmişim

karnımda balık denizleri

bekliyorum yüzüm kumda

tövbelimde aklın martıları

aklım iki cam kırığı avuçlarımda

nefes alan yüreğim

dilimden damlayan kızılcık şurubu

alçakmışım kalp yırtmışım

ağacın dalların paçavra adammışım

kuşkonmazlar kasıklarımda 

doğru söz deli dölü

tövbelime inen yol 

düşlediklerim düşman kesilmiş

içim şimdi sadece şimdi

tanrının karın ağrısı

yakın da kurtulalım

cennetime almıyorlar kimseyi

görsel: Maria Elisabeth Merlin

Kıxıl Aşk

baştan başa kırmızı elbisemle

gezdim Polonya’yı

beyaz örtüde ayaklarım

sürülürken

ölüm kamplarından kemikler çaldım

fareleri besledim

evimde büyüttüm korkuyu

bir şöminede kemikleri oduna çevirdim

çıra niyetine iki çocuğu

tanrıdan gizledim

Habil, Kabil

hiç kurban olsun diye

ana oldum

yeşil sarıklı bir cini içimden çıkardım

ölümlü günleri sayarken

unuttum

sınır dışı edildim etimden

ruhum bir bardak çıktı

aşığın şarabında dudaklandım

alın yazılarında büyüyorum

bana aşk dediler varolmanın rızkına

raks ettikçe deliren

görsel:

Naudline Pierre “An Eternal Restlessness (2018)”

O kadar çok

o kadar çok dua ediyor ki

isminin yankısını camii boşluğunda

buluyor her gece

kubbenin tam altında

camdan bin kalp

asılıyken

iki göz iki kanat

aklın üzerinde

mesafeleri yakınlaştıran

şah damarının içinde

metalik bir ilahi 

meleğin elleri boğazında kapanırken

huşu içinde

o kadar çok dua ediyor ki

görsel: Rae Klein

Cennetin Yaprakları

bakışlarının seni delip geçtiği çıplaklık

kendinden korkun kafiye buluyor

yazdıkça boynun nefesin kesilen

ölü sevici

kelime ağacına asılmış

hangi cümle canlı ki

sonbahar geldi dökülüyor yapraklar

içimdeki karanlığın sana bulaşması için 

tutuyorum yanık avuçlarımda kül

biliyorum şeytandan bir şey kaçırdığını

herkesin dolu günah kesesi

kuruyor, bükülüyor

vücut dediğin

cennetin yaprakları

kasların, duruşun, ışığın

sen de kendini yok etmek istiyorsun

gölgelerin, sensizlik güzel bir şey

sensizlik sessizlik, hiçbirinin vücudunda

sözcüklerle delilerle dans etmek

taş plaklar, bebekler, topuklar

utançla kırılana kadar

herkes şeytan olmak ister çocuk, bir Yehuda

çünkü bilir tanrıyı en çok onlar sever

en ahlaksız teklifini kabul edecek kadar

sever ve ısıra ısıra kendi kuyruğunu 

kanatlarında biter

vicdan azabı Allah’ın nuru  

Görsel: George Dawe “The Demoniac”

İnsan Değil

aklımdan kelimelerimi çalarak var olma çabanı

bu sahte şahika sahnende duyuyorum

takdir etmekle beraber

günahlarımı güneşte kurutulmuş domatesler gibi

günlük sıkıntılarına meze etmeni

domuzular gibi istemeni

rakı diye arzu suyumu içmeni

seni ve dünyayı artık insan değil de

insan ötesi bir metal parıltısı gibi

görmemi

meme uçlarını değişmez gerçekler gibi

dudaklarımda büyütmeni

artık umursamıyorum

etimin yerine demir taş toprak geçeli

dil kullandığımızdan beri

insan olmadığımızı fazlası

biliyorum

sevişirken takır tukur ses çıkarmamızı

araya sıkışan onu bunu

eski sevgilileri

ana babamızı yataklarımızı

öldürmemizi

mazur görüyorum çünkü

bir makine pişmanlık duymaz

görsel: Phil Hale  

Mavi Pamuk Şekeri

bulutun tanırının sakallarından

yalnızlığa kovulduğu gece

gene gene tanrının rahminde açık

maviden önce

deniz dizlerinde gülünce

aydınlık

öyle parlak bir çakıl taşı bulacaksın ki

bir tek senin gözlerinin balı nefsinden hafif

kuş tüyü dokunuşlar gelecek

pembe mi pembe avuçlarına küçülünce dua yerine

kuşların kanat çırpmadan süzüldüğü enginde

huzurunu bulmuş tebessüm  

bir tek seni dinden ayırıp

güneşten gönlüme tutuşturacak ve günah

sömüreceğiz

pamuk şekeri bulut dilimizler

görsel: Vanni Saltarelli

Düşman

eve geliyorsun akşam

hiç görmediğin bir oda, göğüs kafesi gibi açılmış

sıkışık nefes katılaşıyor

geriliyorsun ağızdan ayak parmağına

kasap dükkânı köyde boncuklu ipli hasır kapı

aradan kan ışığı sızıyor

ipler kıpırdıyor kurban eti kokuyor

insan insan içinde kendilerine cemaat

içeri giriyorsun ve en sevmediğin insan sana bakıyor

yerinden kalkıyor hemen

“affet” diyor, “hata ettim, kurtar etinle”

eline sarılıyor, yanağını sürüyor

gözlerine bakıyor

elleriniz kan ter içinde, karışıyorlar istemesen de

“affet” diyor, senden çok daha iri

bir içine girsen yaşayabilirsin fark edilmeden

dokunuşunda tanıdık bir ihtiras ve çekince var

sakladığın bir leke sanki

bu işte en sevmediğin, nefret ettiğin

herkes hem fikir hem de et

adını duydukça heyheylerini çıkaran

o tür şeyler düşündüren çıngıraklı zat bu

“gel yer değiştirelim” diyor “her şeyim senin olsun”

cinsel organlara kan gidiyor

öldürmek ya da yaratmak, işte mesele

ne yapacaksın kan-dıracak mısın? affeder misin?

görsel: Maya Bloch

Sırça Dünya

gözlerimin eskidiğini gören aynanın

şahdamarını kestim

tanrıyla

durmuyor hala kızıl bakışları

kırılmayacağını sandığım camın içinden

her geçtiğimde değişiyor

gördüğüm insanlar, yürüdüğüm yol, şehrim

içimde cama üfleyen deli

anlık bir büyü

herkes duruyor

olduğu yerde buzlu camlar

müthiş yoğun ve geniş bir sessizlik

bir anda, istinasız herkes bana dönüyor

ve tek-bir ağızdan

ismimi haykırıyorlar

gözleri üzerimde asılı

nefes almamı engelleyen poşeti

bedenimi saran bu ucuz ince plastik deriyi

çekip çıkarıyorum üzerimden

ağzım balık ağzı

anlık nefes anlık 

cam kırıklarımı döküyorum

dakikalarımı

az az

parlak kalbimin son yüzünü

çürümesin diye sürdüğüm

aşk cilası, artık yetmiyor

su kırıkları suretler

kesip gidiyor

sonra bir anda herkes işinde gücünde

İkarus’un ayakları da denizde

çekiliyorlar ve delik deşik oluyorum

durduramıyorum sırça dünyayı 

görsel:Rick Berry “Cliff Dweller”

Sevmiyorum

bizim büyük yalnızlığımızı küçülten o anları

tutamayan

dokunuşlara açılmayan kelimeleri

sevmiyorum zamandan kaçamayan şeyleri

sıkıştığım bu odayı

tekilliğimi

şiirsiz masayı

bedensiz kanepeyi

sırsız dolabı

hepimize vaat edilen karanlık toprakları

sevmiyorum

çürümekten düşlerini dişleriyle

çekip çıkaran

hediye cesedi

zevkle harmanlayanı ve

bir şapkanın sakladığı aslanın

kükreyemediği sıradanlığı

sevmiyorum gölge

evinin tozunu yok etmeyi

altın sikkeleri

sevişmeye tercih eden aklı

bizi aynı resme boğan her şeyi

kapalı ama aydınlık pencereyi

kıramayan hayali

sevmiyorum

görsel: Vilhelm Hammershøi 

çürüyen

olmaktan korkuyorum

insan

çürüyen

eklemlerden kaslardan gözlerden

düşüyor dilimden

söyleyecek sözün ezildiği üzümden

ağzımda hep birinin eli

anamın babamın devletin

zevk vermiyor

hep bir başkasının kelimesi, meali

şarabın yıkadığı

tasavvuf ahlaksızı

bir olduğumuz Allah

ise üst üste bedenleri

tutuyor ar damarımdan beni

onu da öp

bebekleri kocaman

şahdamarımda

yatağımızda mesafe yok

aç sana

aç sana

birbirimizi dokunarak seviyoruz

üzerimdeki tanrı kılıklı biri

inlerken

bizi bizle koruyor

görsel: Eliran Kantor

Sümbül ve Zefir

cam tabutun kırıkları cam

kalbinde

açan çiçeklerin seni öldürmesine alışkın

akıyor kan haberli habersiz arzulardan

bıraktığın bahçelerde bahar

aç sanki

sümbüller açtıkça

insanlar yiyor insanları aşkla

ve biri, birini unutmuyor dikenlerinde kan

aklında zehir yeniden doğdukça

görsel: Gail Potocki “Botanica no 23”

error: Content is protected !!