Nardan Işıklar

cennet bekliyorsun dizlerinin üstünde

elleri var ormanların ve büyükler meyveler

boynunu bükmüş sakalına küsmüş adam, adem’in elması

yanı başında yüzlerinden birini istiyorken

bir tanrını ayaklarının altındayız farz et

güllerin olmadık yerleri gözlerini delmiş

ezildikçe karışıyoruz, üzümün şarabıyız de

o kadar renk içinden uyumayı seçtik farz et

başka birinin cenneti açılmak üzereyken

ağaçlara tövbe ettirirken yanar ya için

hep üzgün yüzünü gösteriyorsun biliyorum

oysa mutlu olduğunu

oysa sırtımızı verdiğimiz evimizde

kozamızda her sabah dirileceğimizi

çiçekleri toplamak için geceyi beklemeyi

ağzında pembe kırmızı kekremsi bir tat

rüyama girdiğini, çıplaksın biliyorum

dönüp dolaşırken benle insanlar arafta yaşıyor

nardan ışıklar aydınlatsın sevgimizi

görsel: James Jean, “Cennet”

Taş-Sarı

bir günah ki içinde sarılmış

sarıymış ve tövbesiz olan kadın

altından harelenen ıslak 

utancından kırık

iki adamı sevdiğinden daha çok

bir tanrıya inandığından

sırtında bembeyaz bir yük var

diye dönmüş

kamışı ağzında neyzen

duvar ahengi bozuyor

dervişler dönerken gözlerinde

dile getiremedikleri adamın boğazında

ilmik ilmik olmuş

hatta olmamış ne varsa

gölgeleri tutan bir kukla ustası

gülümsemesi iplerinde ölüm

ve dev anası ve devler ve devlet

gülümsüyor kara bir deliğe

çekiliyor uzuvları, aklı, ruhu, şehadeti

şiddeti sevmekle bol pişmanlık

izin vermiyor ülkesi çekirdeğin

açılmasına sararmak yerine yeşermesine

ilk taşı en çok sevişen adsız

Görsel: Bahram Hajou

geceyi içiyorum iki kere

yalnızın dudaklarından elleri morarıncaya kadar

geçmiş gecenin deli uykusuna uzanan kan emici

güzel adam doldurduğun evin önünde ahını bardağını

mavi gözlerini denizlere yatırmadan

uzat uzatabildiğin kadar tertemiz bağrından kırmızı

kanını emdiğin tüm kadınlar özlüyorken şehrinde seni

dili döndükçe arzular yanıp sönen pencerelerde ışıklar

Görsel: Catdogville “drinking the night away 2” 

yengeçvari kırmızı kadın

yalnızlığımı kırmızıya boyadığımda

biri geliyor ve öldürüyor beni kadın olduğum için

sahillere yakın yerlerde uyuyor sırf zırhıma inat

dağların kararmadığına özen göstermek için

gölgemi sürüklemiyor, bulduğum denizlere bastırıyorum

kanın dağılışı ebru sanatımın ahengine denk

gelince de ellerimde tuttuğum başımın ağrısı

babamı, anama sevdiriyor ve bir döl denizinde uyanıyorum

yaratılışın tanrının kasık ağrısı olmadığına

kolay ikna edilebilecek bir yerde değilim çünkü

ağzımda ıslak tuzlu bir tat yapış yapış

ciğerlerime, sevdiklerime ve saçlarıma bulaşırken

küçük körfezimde düşlerle yıkanmak ve

yengeçvari bir yaşamdan arta kalan yan yana

daha az cinayete nefes almak için duruyorum

görsel: Owen Gent

aşk ve kelebekler

ağaçlarımızın güneşi yuttuğu sabah

yaprakların dilindeyken henüz yangın

gel kaçalım seninle çırılçıplak

tarlaların sapsarı tüylerinde

sakladığımız çocukları alalım yazgımıza

durmayalım da öyle çok durmayalım

efendilerin kırbaçları kurumasın

dünya hala parmak uçlarında

ölümün gözleri kapalı

iki gölge gibi koşarken parıldayan

dipdiri uzuvlarımız, niyetimiz

tut ki kanatlarımız, kardinal kuşu ayinleri

kırlangıçlar gırtlağımıza kadar aşk

taşıyor ve kelebekler

renkleri tutuyor biz karışalım da

adamlara kulluk etmeyelim diye

görsel:Kerry James Marshall “Vignette”

ejderha pulları dükkanı önünde

ejderha pulları dükkanı önünde

dünyanın ismi yok ağzını kızıl açmış

bekliyor rızkını bir canavar ki

dostlar alışverişte görsün

biz miyiz ikimiz yalnız?

adımların altından, henüz çürümeden

kokular yükselirken bir vakti anımsatan

kollarımızda bahçelere düşmüş, sen-ben  

portakal ve kiraz çiçekleri

yılan gibi döne döne 

sarılırken şehrin yirmi bir aşk şiirine

neon lambalar yağmuru tutuyor bize 

kaldırımların taş kalplerini

kırıyoruz çiğnenmeden

gıcırtıları kemiklerimizin çiğ mi çiğ henüz

harfler titrerken, poşetin üstünde

yüz gibi gülümseyen bir şey dalga geçiyor

plastik bedeniyle etimizle

elbet öleceğiz diye şimdi güzeliz

görsel: Holly Warburton

Pepe’ye dua

iftar gelmemiş kadın ölmemiş

ağzımız kokmuyor

ufak canlılar sevdiğimiz

tanrı bellemişken bizi

anam ölmüş onu her düşündüğümde

tanrıyla rakı içiyoruz

ve bir günümüzü geri veriyor

tövbe edeyim diye

yirmi sene nerdeyse dilim kuru

Müslüman ol  bir kez daha diyor eli yok ki

vursun yüzüme

kırkında peygamber

sarılıyorum öpüyorum

kim severse beni çoğalırız diye

kaşıklarla çıkarsınlar beni çeperinden

yatıyorum sol yanıma

kalbin kırmızı izleri can

gökyüzünde bir yüzü arıyorum

işaret etsin sonsuzu uzuvların güzelliğinde

o kadar geniş ki bulamıyorum

seviştikçe boşluk

iğne ucu aklım, karınca duası yüreğim

düşünmek Pepe’nin yokluğunu

istemek mi, öyle düşüm olsa

açmışlar içimi nar nar

yokmuş içim, çokmuş içim

duy diye uyan diye, tırnaklarım

bıçaklar, biliyorum her yanıma

korkunu bileyim diye

kara suratın herkese aynı olsa da bana tek

kimse daha duymadan

Romeo’nun Juliet’i gibi

okudum, dilin kemiği sivri

yaşamak yetmiyor ölmeye

tüm ziyanlara istiare ile yatsam da

bana biri gösterse bu ölümlerin

kalımların manasını

gel seni yaşatayım şiirimde Pepe

ama sen gene de lütfen daha gitme

içim hala kapkara tüylerinle

daha uçacağız karga dillerinde

Görsel: Diane Irvine Armitage

 

 

çiğ çilekleri

o kara kaplı karmaşanı çıkar at

ürperen tüylerini, dikenli tellerini

süt verdiğin hayaletlerini

omuzlarından sıyır, yazın güneş geçer

pençeleriyle kırmızı izler sırtında

gökyüzüne korkunu asar da

bulutları alır gider ya

bıraktığı yerde deniz, kum, çıplak ayakların

çocukken sığdığın ceviz kabukların

şimdi çocukların

kar tutmuş kirpiklerin kalır ya

öyle silkin sessizce

kısıldığın on yılların aynalarından

gümüş denizlerin izzet-i nefsine

ayrıl ağzında çiğ çilekleri

bir tat kalsın ki çileleri ezecek

değdi hem de öyle değdi diyecek

hatıraları, simaları, vücutların en tatlı

kıvrımlarını çiğneyip de çiğneyip tut

başka türlü bir mutluluk için

güneşi karanın ortasında kıpkırmızı 

Görsel: Kazimir Malevich    

 

sarı odalar

yokluğun sarı ile ilişkisini düşünüyorum

sarılmadan üzerimden geçerken güneş

bir çocuk vardı, bir adam, bir ihtiyar

saatin görünmez sarkacında bir

bir köşeden diğerine

izleri sessizlik kadar parlak

çizgilerin çerçevesinde duvarlar

içlerinde biçimlerimizden birbirimize geçitler

saklamaya çalıştığımız ile olmaya çalıştığımız insanları

ayırırken cennet bahçesinden 

sarındığın battaniyen, şekerleme yaptığın kanepen

fal bakınca gözlerinde ferden geçilmiyor

dediğin kahverenginden kahve fincanların, sehpan

yaşamak için can attığım gözlerden

kaçan yeşiller pencereden, kapıdan

kitaplar, mektuplar, biblolardan ayrılık

boşluk zihnin ilhamı

iki kapı açılıyor şimdi, sadece iki insan biliyor

duvar kağıdı perdeler dua gibi

zaman kavuşmamak için örülmüş

ancak dokununca görünür kılınan sevdiklerimiz

bizle odalarımızda kayboluyor ışığın parmakları

içimize uzandıkça boylu boyunca

sükuta ayrılmış duvar dibi

görsel: Edward Hopper “Sun in an Empty Room”

Sarı Odalar 

ağalar çıkıyorlar

ağalar sevinin çıkıyorlar

açın koyunlarınızı

kurtlarınızı

sıvazlayın apış aralarınızı

onların sopaları sizin

yağlı direkleriniz

gece bastırdığınız dilekleriniz

ağalar sevinin çıkıyorlar

erisin yağlarınız

çemberlerinizi daraltın

saklamayın çocuklarınızı

karşılasınlar çiçeklerle

ahirette çelenkler çıplak

kutlamalar dikenlerden ateşlerden

delinmiş bedenlerden iradelerden

dişlerinizi göremiyoruz

kokan ağzınızı

bacaklarınızı açın geçsinler

ağalar çıkıyorlar

şeytana söyleyin gelsin

kaldırsın karınlarınızı

ölü kıvrımlarınızı, bıyıklarınızı

gelin alayları

oyuncak arabalarda atlarda

gelin hep beraber kutlayalım

görsel: Horacio Quiroz “Şeytan”

kız çocuğu tutmuş karga

kanatların açılmaz oldu

duvarlarında

gökyüzü tersyüz

içine çizdiğinden beri kırmızı

kız çocuğu çizgini

sınırların kırılganlığından

yoksun

aralanan dünyan aşk

aşk korkutmuşlar seni

kargaların cevizleri kırılmış

yaya geçitlerinde gölgelerce

ağaçların yaprakları

adımlar dudaklar

kışları doğurmuş

kışlar baharları

baharlar yaşadığın kuşları

****

görsel: Audrey Niffenegger, book “Raven Girl” cover

Gelincikler

kıpkırmızı bulutların, gelincik tarlalarının

yokluğuyum

aklımda yürürken göğe

yansıyan kızıl mı kızıl alınyazım

babam lacivert ceketli, ben lacivert ceketli

korkuyoruz ayrı ayrı

görünmez düşmanların ısırıkları

içimde sulu karpuz dilimleri 

karışıyoruz keyifle ürperilen

serin yaz akşamlarına düşümde

üşüdükçe öpücük yaralarına

sevdiğimin ılık nefesi

çilekler, nar taneleri, yakut gözyaşları

sakallarımdan damlayan şarap kırmızı

dumanı tüten bir ev sıcacık

uzaklar da uzaklar içimde 

kıpkırmızı bulutların, gelincik tarlalarının yokluğu

görsel: Holly Warburton “Poppies”

error: Content is protected !!