Kefaret-i Sessiz

böyle böyle çığlık atmayı unuttuk

ya çok gürültülüydü gürühlar, meydanlar, ekranlar

insanlar dehliz dehliz yanan ettenmiş gibi

boşluk, kayboluş, boşluk,

dertten, kederden, sütten kesik aklı kesik eli kesik

ya da ölümün sırtını gören gece kuşları gibi sessizdik

duyulmayacak kadar ağzımız kapalı

gömülü iti kemiği

üzerimizde kılıcı, dev bir sopa, bir sözü, iki fakirliği

ansızın inecek diye depremi dinler bekler dinler gibi

durduk, ağzımız dilimiz kuru, kabus ahlakı ahlak

oysa hergün karabasan zebanilerin işidir

iki sarılıp bir çözülecek döne döne gidecek

dervişlere taş çıkarıp içi kızarıp közleşecek içi inci

çocuk doğurur gibi çığlık atacaktık

bıçağı soksalar bağırmayacak dünyaya akla kara

seçtirmeden doğacaktık her gece artık, artık

sofra artığı, ezilip masalara şarap edilen niyeti 

avazım çıktığı kadar birleştiren bir sükün, vardı, vardık

tanrının bizi sevdiğine hala inanmaya inat etme yerine

neyin kefarati huy edindiğin sözsüzlük?

Deniz Tabutu Aşk

İsmail tabutu kayık yaptığında

Son gelmiş köpür köpür

İki sevgili sığmadı bir dünya kadar büyük değil

Kaptan Ahab’ın inadı, tekli manyaklığı

Sevgisizlik ruj sürdüğünde çekmez arşı

Bitiştir dip akıntısını

Bir kutu denizin tersidir aşk

Çalkalandıkça yol bulan

Sünneti sünnete oturtan aşık ağzı

Türkü gözlerimiz gözlerimiz

Yer deniz gök bakır

Donuk bir beden olmuş

Kırmızı deli tüyü saç

Deniz atlarını çöplük kıyısından

Uzak tutuyor

Neyi çok istedin de seni içine gömmedik?

Met içip buza yatmış koyun kutusu bu

Tek bacak tek meme

Ölü tekmeleye sevişmektir bilmece

Hep ileri bir delilik bir insanı bir insana

Kurban etmeye çalışan

Odadaki o görünemz balina

Harala gürele neresi deniz neresi beden

Ele ele dil dile

Sürüklenip gidiyor sen ben

Görsel: Arthur Merric Boyd

Görünmezlik Duası

tanrının örtüsünü sıyırıp da ara ara

omuzlarını, bağrını, seven yerlerini görmüşcesine

utanarak, meyvelerini eteğinde toplasan

mutlu anları kendin yapabilsen boğdurmadan

kötülük dediğin nefsine, kara balık aklına

ışığı ağzınla yakalasan, göğü iradene iliştirebilsen

zamanın hamuruna hamdini katınca

Yunus’un taşıdığı odunlarla ısınırcasına

altınla öpebilsen kırdığın her şeyi

terse dönmeden kuyunun yegane nilüferi

tonlarca bulutu taşısa, renk tonlarınca aşkla

gözlerinin ferine batmadan dünya

gülerdin ya şarkıların arasına yarının tadını kattığında

incecikti gönlün iki yokluğun arasında geçerdi

bir iyiliği bin kişiye bölerdi

şimdi bir dağ ki kar tutmaz, ışık vurmaz

sırf görünmezlik, sırf görünmezlik

Köpekleri Kanatlandıracağız

kendimi kurtarsam elimde kalıyor rüya

uykunun faydası hafızaya

aklımın almadıkları mayın tarlası arpa 

boyu parmak uçlarında yürüyen çocuk 

hem canlı hem ölü

kapkara bir adamın gönlünde hapis

köpekleri kanatlandıracağız ve

tanrı çıkacak aç ağzını yum gözünü

hüznü iş tutacak açlığı tavan arası

rüyayı kurtarsam elimde kalan kendim

Sarıldılar

seni her saranı sevgili sanmak Naci

her dokunuşu arzuyla ve dünyanın sana yettiğiyle

sınanmak mavi ve altın dokunuşlar

arayışını unutmak arakladıklarıyla

kolların soluk rengi ölümsüzlüğüne körlük veren

o tüm sevgiler, sıvışmalar, sevişmeler

anan baban gibi sever sandıkların, kıtır kıtır

kutularında kırıldılar aklın nerde

sen hala kollara bağlanmış bir uşak gibi

emirlerini senin zevkin sanıyorsun

zaman gırtlağından boğazına zor geçiyor

büyüdükçe ölüm canlıymışsın ya

değerli ve büyülü hiç bir şey olmayacak hayatında

kopardığından başka unut patlamayı

dölün bitti fosforlu ışıldamayı olsa

olsa da sen anlamazsın artık, bırakılan

azsın çünkü diye azdın çünkü diye

yokluğa varamayacak kadar toktun

sürünmedin mülteci kamplarında, köprü altlarında

konteynırlarda yaşıyor birleşiyor depremler diye insanlar

yarıklar zevk değil hep, hatalarını hattatlar gibi düşün

öyle tahayyülün güzel işlesin altın varakların

kırıldıkça çoğalan bir tanrı sen misin?

neyi istedinse ya yarım ya da geç olacak

avucunda zamanı tut tutabilirsen

ananın rahmine zevke mi ölüme kıstırıldın

tuti dilli dildo

ayırt edemeyeceksin adsız kalmadıkça

Gaga

seni görünce deri değiştirdiğimi biliyorsun

yolumu kırdığımı, yorganımı yaktığımı

çünkü tanrı kılıklı hiçbir şey

oyunlarından sıkıldım yılanlı bahçenin kuşu hep

tetikte olur, içi çekilince adam gagalar

taş öldürür

sen ki ortalarda yoksun

devlet dairesi, devlet karesi

iki memeli dünyaya gelir gider renk

ampul sarısı

bukalemun kırmızı arzuyu görünce

zamanı geri sarınca

sevdiğine sarılınca

o büyük sancı dediği nefesinle havaya

karışan senin parçalarını hep

içimize çekiyoruz

ah ediyoruz

zevkle inliyoruz Naci’ye

unuttuğumuz yerlerimizde çiçek açarmış gibi

ağrılar duyunca, beni de eskitme

sevişmedikçe kendimle

tanıdığım her insanın börtü böcek kuklasıyım

palyaço olmak seni ve beni ve ölümden ölümü

gölgelerden korumayacak

ekşi şeyler ağzında tatlanır

görsel: Julia Soboleva

 

 

 

Siyah ve Beyaz

sevdiğin midir düşmanın mı

senden başkası yaratmak isteyen?

kendini yedirme, bizim farkımız açlığımız

siyahla beyaz gibi değiliz

iki parti iki dam iki kadın yerine

tanrının organ mafyasının neşterleriyiz

zamanı kan kenarlarından kavrıyoruz

neşeni sev, acını da, avucunda sıvazla

Naci boyuna gelene, görünene kadar

hayatın kısa olduğunu gözümü kapadığımda

damağıma geçmiş takıldığını hatırlıyorum

seçim olacak

seçim arabalarının üzerinde başlarımız

sallanacak hem mutlu hem mutsuz

ileri geri, değişen olmayacak

aynı kalan olmadığı gibi

şeytanla karartma

açlığınla yaşat beni

kokular çağırsın renklerimizden

İki Parmak Şeytan

pembe şeytanı dizlerime yatırdım başını okşadım

o her dokunuşumda bir oğlan istedi benden

ben ki oğlanlar doğurdum kızların içinden

suyum geç-erken dereler çöller kahvem tadıldı

ağzım dizim yandı saatim kumlandı durdu

*

doyamadım söze, kenarında bal dudakların

şeytanın çatalına çakır keyif bağrışına toynaklı ağıt

yaktım saçlarına uzun tel tel kuşlara özenir gibi

uçamadıkça zihinlerin güzel avrat otların bağrına

incecik korkulara ve iyiliklere tünedim şey-it

*

fırtınaları yarık bacalarımda tütsüledim ölmemeye

ciğerim her gece yeniyor beni kedilerim

yiyemeden şeytanımla gırtlağımıza kadar

inliyoruz üşüşen düşünceler ve niyetlere acımıyor

ahdımı tutan şeytanınki sadece iki parmak günah

Görsel: “Deadly, kindly, Truly with Me” by Naudline Pierre

Cingöz Ayartı

başın açıkta alnın kaşınıyor

saat başı bir çocuğun delikten geçiyor

birileri seni yazıyor kitaptan kitaptan

hatipten filmden yasaklı neşriyattan

imam bayıldı

patlamaz cızlar baruttan

kopya çekmişler,

“ahlaksız herif, zaafı var”

ağzı var yazıyor konuşuyor emiyor üflüyor

adres soruyorlar

apış arası sokak no 69

terbiyesiz dünya kurmuşlar

kuru kukuk kuşu kuru

yaşlar yanmış yanında

kurşun askerleri kurşuna dizenleri

vitrinlere dizerler dimdik

onlar bunları, israil filistini

rus ukraynayı, teröristler herkesi

sense öyle demokrat öyle özgür öldür diye

salyalı faydalı

sense kendi kendine

her sene bir yaş alarak çürümeye

çalışıyorsun eşantiyon adam

oysa almasan bir kahve, yemesen hamburger

ne güzel olacak

yaşlı başlı kaşlı elmas taşlı

iyi ki bir sarayın var içinde ve dışında

dilek taşı telaşı

alından iğne izleri karınca dua

“scan me”

lütfen bulun ve ayırın beni ayaklarıma

Offer Something Lellouche

I met you in Wien

We were making love with my wife, but

Of metal, clattering on and off the canvas, sculpturing

Marionettes, mourning, and grinding pleasure over time

Shedding rust off of the Schiele-shadowed corridors of Belvedere

When the gold of Klimt only offered perpetuity in

Art, in passing

the climax a secession from life, the transient colors fading

Ofer

Something

Lellouche

A layer of my being charcoaled out or

Of bronze or wood

Offer yourself “por” favor, “por” trait, a sacrifice of the poor

Albertina always sounded luminous, expensive

A touch grandiose, glittering grounds

Lovemaking is an art in the bud of the tree mind

Nothing gets old; nothing gets a face

Features are only contrast, the juxtaposition of life

Already lived, already holly costed

I cherish the death in the Kiss

Art: “Self Portrait” by Ofer Lellouche

Işık Ölüyor

Yankılandığını biliyorum, odalarında huzur diye

Kara sarmaşıklı duvar kağıtlarının delisiyle

Ölümü tatmış gibi sevişmeyi kokladığını

Dilini unuttuğunu, bir hayvanı kurtardığında

Bir boşluğa hep gözün daldığında

Bir ses beklediğini, yüzeylerin parıldamasını isteğini

Rastgele gülümsemenin derini yüzüp göğe gerdiğini

Tanrını avucuna alıp dilini değdirdiğini

Seni getirecek yüzleri beklerken kendini

Zamanın çekirdeğini kırmışken yitirdiğini

Üzülemeyecek kadar ağırlaştığını

Suyunun gözlerimde dinlenmesinden biliyorum

İnadı kesip İsmail’i kurban etmen gerektiğini

Kireç

bildiğim ayaklarının altı

kireç yüzün bir utanmış bir alçak

kuşların pençeleri sarmıyor

laçka bir tepki

dalın titriyor

omuz silkmen umursamaman yetmiyor

ısırman ihtirasın yok yeri

adam yerine koydu hava aldın

kurumadın, kuramadın, kuran olmadı

tövbe getirmişler elinin tersi

gel tat kadınım

boncuklar gözlerim pırıl pırıl

hep senden kaçan uzaklaşan

ışıklar uyuşturucu geceler

her insanın bir hayatı var

senin bin hayalin bin dehşetin

binip gittiğin atın yükseldiğin

yok bir hayal sanki bir kandil

bir kandil daha 

dilinle yanıp tutuştuğun ama

ayak başparmağında boğulduğun

ayıramazsın adımların toprağa doğru

suyu geldi gelecek her gözün

her kadının çocuğu Naci

görsel: Sanya Kantarovsky “Mutualism”

error: Content is protected !!