Oya Başak ve Neci

Şiirin resimle buluştuğu yer / where poetry meets art
böyle böyle çığlık atmayı unuttuk
ya çok gürültülüydü gürühlar, meydanlar, ekranlar
insanlar dehliz dehliz yanan ettenmiş gibi
boşluk, kayboluş, boşluk,
dertten, kederden, sütten kesik aklı kesik eli kesik
ya da ölümün sırtını gören gece kuşları gibi sessizdik
duyulmayacak kadar ağzımız kapalı
gömülü iti kemiği
üzerimizde kılıcı, dev bir sopa, bir sözü, iki fakirliği
ansızın inecek diye depremi dinler bekler dinler gibi
durduk, ağzımız dilimiz kuru, kabus ahlakı ahlak
oysa hergün karabasan zebanilerin işidir
iki sarılıp bir çözülecek döne döne gidecek
dervişlere taş çıkarıp içi kızarıp közleşecek içi inci
çocuk doğurur gibi çığlık atacaktık
bıçağı soksalar bağırmayacak dünyaya akla kara
seçtirmeden doğacaktık her gece artık, artık
sofra artığı, ezilip masalara şarap edilen niyeti
avazım çıktığı kadar birleştiren bir sükün, vardı, vardık
tanrının bizi sevdiğine hala inanmaya inat etme yerine
neyin kefarati huy edindiğin sözsüzlük?
İsmail tabutu kayık yaptığında
Son gelmiş köpür köpür
İki sevgili sığmadı bir dünya kadar büyük değil
Kaptan Ahab’ın inadı, tekli manyaklığı
Sevgisizlik ruj sürdüğünde çekmez arşı
Bitiştir dip akıntısını
Bir kutu denizin tersidir aşk
Çalkalandıkça yol bulan
Sünneti sünnete oturtan aşık ağzı
Türkü gözlerimiz gözlerimiz
Yer deniz gök bakır
Donuk bir beden olmuş
Kırmızı deli tüyü saç
Deniz atlarını çöplük kıyısından
Uzak tutuyor
Neyi çok istedin de seni içine gömmedik?
Met içip buza yatmış koyun kutusu bu
Tek bacak tek meme
Ölü tekmeleye sevişmektir bilmece
Hep ileri bir delilik bir insanı bir insana
Kurban etmeye çalışan
Odadaki o görünemz balina
Harala gürele neresi deniz neresi beden
Ele ele dil dile
Sürüklenip gidiyor sen ben
Görsel: Arthur Merric Boyd
tanrının örtüsünü sıyırıp da ara ara
omuzlarını, bağrını, seven yerlerini görmüşcesine
utanarak, meyvelerini eteğinde toplasan
mutlu anları kendin yapabilsen boğdurmadan
kötülük dediğin nefsine, kara balık aklına
ışığı ağzınla yakalasan, göğü iradene iliştirebilsen
zamanın hamuruna hamdini katınca
Yunus’un taşıdığı odunlarla ısınırcasına
altınla öpebilsen kırdığın her şeyi
terse dönmeden kuyunun yegane nilüferi
tonlarca bulutu taşısa, renk tonlarınca aşkla
gözlerinin ferine batmadan dünya
gülerdin ya şarkıların arasına yarının tadını kattığında
incecikti gönlün iki yokluğun arasında geçerdi
bir iyiliği bin kişiye bölerdi
şimdi bir dağ ki kar tutmaz, ışık vurmaz
sırf görünmezlik, sırf görünmezlik
kendimi kurtarsam elimde kalıyor rüya
uykunun faydası hafızaya
aklımın almadıkları mayın tarlası arpa
boyu parmak uçlarında yürüyen çocuk
hem canlı hem ölü
kapkara bir adamın gönlünde hapis
köpekleri kanatlandıracağız ve
tanrı çıkacak aç ağzını yum gözünü
hüznü iş tutacak açlığı tavan arası
rüyayı kurtarsam elimde kalan kendim
seni her saranı sevgili sanmak Naci
her dokunuşu arzuyla ve dünyanın sana yettiğiyle
sınanmak mavi ve altın dokunuşlar
arayışını unutmak arakladıklarıyla
kolların soluk rengi ölümsüzlüğüne körlük veren
o tüm sevgiler, sıvışmalar, sevişmeler
anan baban gibi sever sandıkların, kıtır kıtır
kutularında kırıldılar aklın nerde
sen hala kollara bağlanmış bir uşak gibi
emirlerini senin zevkin sanıyorsun
zaman gırtlağından boğazına zor geçiyor
büyüdükçe ölüm canlıymışsın ya
değerli ve büyülü hiç bir şey olmayacak hayatında
kopardığından başka unut patlamayı
dölün bitti fosforlu ışıldamayı olsa
olsa da sen anlamazsın artık, bırakılan
azsın çünkü diye azdın çünkü diye
yokluğa varamayacak kadar toktun
sürünmedin mülteci kamplarında, köprü altlarında
konteynırlarda yaşıyor birleşiyor depremler diye insanlar
yarıklar zevk değil hep, hatalarını hattatlar gibi düşün
öyle tahayyülün güzel işlesin altın varakların
kırıldıkça çoğalan bir tanrı sen misin?
neyi istedinse ya yarım ya da geç olacak
avucunda zamanı tut tutabilirsen
ananın rahmine zevke mi ölüme kıstırıldın
tuti dilli dildo
ayırt edemeyeceksin adsız kalmadıkça
seni görünce deri değiştirdiğimi biliyorsun
yolumu kırdığımı, yorganımı yaktığımı
çünkü tanrı kılıklı hiçbir şey
oyunlarından sıkıldım yılanlı bahçenin kuşu hep
tetikte olur, içi çekilince adam gagalar
taş öldürür
sen ki ortalarda yoksun
devlet dairesi, devlet karesi
iki memeli dünyaya gelir gider renk
ampul sarısı
bukalemun kırmızı arzuyu görünce
zamanı geri sarınca
sevdiğine sarılınca
o büyük sancı dediği nefesinle havaya
karışan senin parçalarını hep
içimize çekiyoruz
ah ediyoruz
zevkle inliyoruz Naci’ye
unuttuğumuz yerlerimizde çiçek açarmış gibi
ağrılar duyunca, beni de eskitme
sevişmedikçe kendimle
tanıdığım her insanın börtü böcek kuklasıyım
palyaço olmak seni ve beni ve ölümden ölümü
gölgelerden korumayacak
ekşi şeyler ağzında tatlanır
görsel: Julia Soboleva
sevdiğin midir düşmanın mı
senden başkası yaratmak isteyen?
kendini yedirme, bizim farkımız açlığımız
siyahla beyaz gibi değiliz
iki parti iki dam iki kadın yerine
tanrının organ mafyasının neşterleriyiz
zamanı kan kenarlarından kavrıyoruz
neşeni sev, acını da, avucunda sıvazla
Naci boyuna gelene, görünene kadar
hayatın kısa olduğunu gözümü kapadığımda
damağıma geçmiş takıldığını hatırlıyorum
seçim olacak
seçim arabalarının üzerinde başlarımız
sallanacak hem mutlu hem mutsuz
ileri geri, değişen olmayacak
aynı kalan olmadığı gibi
şeytanla karartma
açlığınla yaşat beni
kokular çağırsın renklerimizden
pembe şeytanı dizlerime yatırdım başını okşadım
o her dokunuşumda bir oğlan istedi benden
ben ki oğlanlar doğurdum kızların içinden
suyum geç-erken dereler çöller kahvem tadıldı
ağzım dizim yandı saatim kumlandı durdu
*
doyamadım söze, kenarında bal dudakların
şeytanın çatalına çakır keyif bağrışına toynaklı ağıt
yaktım saçlarına uzun tel tel kuşlara özenir gibi
uçamadıkça zihinlerin güzel avrat otların bağrına
incecik korkulara ve iyiliklere tünedim şey-it
*
fırtınaları yarık bacalarımda tütsüledim ölmemeye
ciğerim her gece yeniyor beni kedilerim
yiyemeden şeytanımla gırtlağımıza kadar
inliyoruz üşüşen düşünceler ve niyetlere acımıyor
ahdımı tutan şeytanınki sadece iki parmak günah
Görsel: “Deadly, kindly, Truly with Me” by Naudline Pierre
başın açıkta alnın kaşınıyor
saat başı bir çocuğun delikten geçiyor
birileri seni yazıyor kitaptan kitaptan
hatipten filmden yasaklı neşriyattan
imam bayıldı
patlamaz cızlar baruttan
kopya çekmişler,
“ahlaksız herif, zaafı var”
ağzı var yazıyor konuşuyor emiyor üflüyor
adres soruyorlar
apış arası sokak no 69
terbiyesiz dünya kurmuşlar
kuru kukuk kuşu kuru
yaşlar yanmış yanında
kurşun askerleri kurşuna dizenleri
vitrinlere dizerler dimdik
onlar bunları, israil filistini
rus ukraynayı, teröristler herkesi
sense öyle demokrat öyle özgür öldür diye
salyalı faydalı
sense kendi kendine
her sene bir yaş alarak çürümeye
çalışıyorsun eşantiyon adam
oysa almasan bir kahve, yemesen hamburger
ne güzel olacak
yaşlı başlı kaşlı elmas taşlı
iyi ki bir sarayın var içinde ve dışında
dilek taşı telaşı
alından iğne izleri karınca dua
“scan me”
lütfen bulun ve ayırın beni ayaklarıma
I met you in Wien
We were making love with my wife, but
Of metal, clattering on and off the canvas, sculpturing
Marionettes, mourning, and grinding pleasure over time
Shedding rust off of the Schiele-shadowed corridors of Belvedere
When the gold of Klimt only offered perpetuity in
Art, in passing
the climax a secession from life, the transient colors fading
Ofer
Something
Lellouche
A layer of my being charcoaled out or
Of bronze or wood
Offer yourself “por” favor, “por” trait, a sacrifice of the poor
Albertina always sounded luminous, expensive
A touch grandiose, glittering grounds
Lovemaking is an art in the bud of the tree mind
Nothing gets old; nothing gets a face
Features are only contrast, the juxtaposition of life
Already lived, already holly costed
I cherish the death in the Kiss
Art: “Self Portrait” by Ofer Lellouche