kırmızı lahana

ne getirdiğini bilemedim hiç

umuda benzetsem fazla kırmızı

aşk desem fazla görünür

elinde tutamazsın

dünya doyurmaz kimseyi

kapı aralıkken 

kaçtı kaçacak

Klimt desem klitorisin

saçların kıvır kıvır kızıl  

bir ziyafete katkı ziyan ötesi

açlık kalbin kendisi

o kadar çok seçim arasından

senin yüzün yaşlılığın

odama alıyorum aklımdan

sırrını çıplaklık giysini

sırtımda omzumda yak

ufak şişeler ağzında ağzım

zehirli dudakları sür sürgüne 

renklerle gelsek beraber

küçük ölümlerin diline

mordan başlamaz kadın olmak

büyür de büyür

içini güldürür yüzünü değil

yarım deve adımları üzerimde

açmışsın sonsuzu köşende

çiçekler eziyetler aşkın  

beni sat, beni özle

herkesten önce gizle içinde

Görsel: Leonor Fini 

minyatür kölesi

bir minyatürün köşesine sıkışacak kadar  

birkaç beden şekilsizden şekilsiz

bir adam kaplumbağa terbiyecisinden önce

elinde sopa yok ama seni dürtüyor

resim yapmak yasakmış gözünde dili var

şirk düşme sirke git dercesine

hadım ağasının çenesine vuruyor

odanın tek boyutlu şehveti

tam bir ucube macunu sürülüyor

başında anan bekliyor sanki

mavi melek elbisesinden tut çıkar

kaldır onu

dürtülerini pastel renklerde

soldurmuşlar o mu bu derken binlercesi

havvasını köle pazarında seçen ademin ardında

havasını alan adem şövalyesi

maskenin ardında bir tanrı var sanki

kırp kırp göz kanat kırp

yeşil kapının ardında

dişlerine bak diyor saçından önce

kılıcın kınında bahçeye kadar

iki sürahi bir kapı

ya yanlış seçim yaparsam diye korkan

cengaver cenk etmeden ölür

hem de bin kere alim olmak isteyenin

akıl kerhanesinde defter dürülür

sayfaların o uçları kıvrım yılları

karınca duası elinle kapattığın yerin altında

ölüme iksir aradığın yuva

yağmur

seçemedim yağmurun vurduğu

yerleri

alacalı kaldı aşk

kırmızı meleklerle 

soyunmuşum gözümde

çeperlerim senle ıslak

bir deri bir kemik

ayrılık bir yüzüm olsa

bağrıma ciğerime

eve dönen aydınlık sütümde

gel tat beni ıslağın kokusu sinmiş üstüme

ya arzu ya da gözyaşı

akarken oluklarımdan anam

döktü içime bağıra bağıra

kaç kere ölse de başucumda sıcak   

bir anı taşımış dilime

düşün nağme

belki ben hiç ölmem

bir şarkıya ait olur

dilinden asla dönmem

ey tanrının gümüş çocuğu!

acımasız olma şimdi bu kadar

dua dediğin avuçlamak

apış aran da ne bulduysam

duymak kum gibi 

herkimsen başımızda dün gibi

yarının unuttuğu

yıllar yırttıkça derinden

durma dudaklarında çoğalt beni

Görsel:Jean Fouquet “Virgin and Child Surrounded by Angels” 

İğde Kokusu Vurmuş Bizi

haramı seçmişsin dudaklarında zevceler

raks ediyor, adamlar var kadınlar nemli

güneşin aklında yanıkları ayraçlar

açmış oysa sen varken varaklı akşamlar

zevkin köşeleri evimizin direği

sürmeler çekilirken gözlerine bir çift cin

geçmiş ciğerlerimizden kırmızı denizlerle

meçhul suretlerin masum hayatlarında

hep biri geliyor üzerime sen değil

bir hayal bir beden devriliyor

sürdürülemez akşamlar karışırken kara göğe

o uzuvlarına gençlik, görünmezliğin düşmanı

sarıldıkça sızlayan hep bir başkası

gönlünden düşen taş, tepeye taşınıp taşınıp

sabahlar gibi iğde kokusuyla inen

su yolunu bulur bir adamın

sırtına tanrı yazmışlar

arıyor elini yüzünü aynasında vakitler

dövmeler, inlemeler, zevklerin derisinde

kumların aşk acıları istiridye içinde inci

çekip çıkar da kurusun günahlarımız

öyle ıslak ve içten küçük ölmüştük

hatırlamak yaşamak dünya dünya içinde

Görsel: Bernadette O’Sullivan

masanın altında

kurtarmış çocuklar seni düzmece bir ölümden

ağızları açık bırakan bir yaşlılıktan

kurumadan önce çiçekler çimenlerin tazeliği

boğazından tabanlarına kadar büyük bir şölen

kasıklarından dehlizlerine içtimai bir mesele

kimi düşleyip masanın altında çiğnediğin

kendinle eşlerken öykündüğün kudret

yaratıcılığın köhne adetleri kalbinde

saklanan suretler tavanında

ansızın beliren kan diye renkler

sözlerin duvarlarında sırtı pullu

ağıtlar ağzının içinde dişlerinin yerine

adam adam çekip çıkarıyor

sevebildiklerini bildiklerinden

dönüp dolanmadan dudakların düğümlere  

Görsel: Johannes Grützke “Masanın Altında”

mesafe

gerçek değil mesafe

kelimelerin sorumsuzluğu

hayallerin avucunda yürüyen

tanrının parmakları senin

ayva tüylerini ürperten

karınca cinleri taze ihtimaller

içimizden geçen yazlar

kışlar, dualar, kuşlar

dudaklarla zamanın asıldığı

söğüt dalı eğiliyor

dokunmadık kıyılarımıza

görsel: Hernan Bas “Flamingo Boy”

bulut lekeleri

içinden çıkılmayan bir gökyüzü vermişsin bana

neresinden tutsam parçalanıyor üzerimde

bulut lekeleri hayallerin daimi vakitsizliği

ayın teninde dehlizler damarlarım atarken

mora çalacak neredeyse lacivert yüreğim

serkeş kopan kıyamet çilemden geçip giden

kuşlar peşimde kuyruklu yıldızlar

bir güzelden diğerine  

gece bekçilik ettikçe

aşkın uzanamayacağı hiçbir şey yok

ipekten perdeler gözlerimin önünde buharlaşan 

hicranlar alemi saran sessizlik çiğ gibi

bir kadın bir adam bir kadın bir adam

karanlığın karnına yek vücut

karışıyor feza içimizde belirdikçe

Görsel: Marc Chagall “Paysage Bleu”

yakınlık

yetişemiyorum

hüznünün genişliğine

çıplaklığının karşısında

mavi masanın

üzerinde

yüzün yüzümde

mekanın derinliği

yıldızlarla yok oluyor

ayaklarımızın altında

zaman

ardında

bir portrenin gözleri

kıskanırken

adamım dediğin boşluk

ortasında

iki fincan ıhlamur

yakınlık

sıyırıyor boyutlarımızı

görünmez dudaklar

dudaklara değdikçe

yok çerçevelerimiz

Görsel: Kenne Gregoire “Intimacy”

güzelliğin ihbarı

bir güzelliğin ihbarı

senle sevişmek

iki göz

bir oda

dünyayı karartırcasına

kırmızı bordolaştıkça

günahların bekçisine

cevherinden

hayretle genç şeyhin

saklı şiirlerini

çiçek çiçek edercesine

yatak döşek

aşkla kıvranarak

sevişmek senle

yamalar dikmek tövbelerce

açıldıkça falından

kelimeler kıvrımlar

kağıttan naif köşelerine

ayetler sıkıştırırcasına

aydınlığında yanıp sönmek

yıldızları taklit eden

ateş böcekleri

göz bebeklerimiz

masmavi gönüllerimiz

ateş ellerimiz

dizlerimizde

sevişmek gibi

bir güzelliğin ihbarı

seni dudaklarından

çok özlemek 

Görsel: Roberto Ferri 

Köpek Sahibesi

delici yalnızlık dağından

işlenmiş elmas gözlerin

şık düşüyor çil çil

akşamların masmavi ışığı

ağzından boynundan aşk aralığına

ortasında kara leke teknesi

bencil bir kaptan

vurgun yemiş bir denizci

inci dişleri

bitmeyen bir yolculuk

dökülen denizlere balıkların

amuda kalktığı o kuytu köşe

koylar salkım söğütler

sığlıktaki aşk lahitler

Kekova zamanın arka bahçesi

Venedik’te sarhoşlar işiyor

Akdeniz çalkalanıyor

Othello Kıbrıs’ta uyurken

kanallara vuruyor fırtınalar

rüzgarlar çocuk çalıyor

memelerinden gülücükler

mendillerde isimler

batıp çıkan aklımıza kılçıklar

davaların bitmediği doğa

duruşmaları tökezletecek

şahitler var bağrımızda

yıldızların yere değdiği

Halep’te

beklerken

oraklıyı

Şam’da gören

çöl ölü mültecileri dizmiş

boynumuzun ipine

delici yalnızlık öpüşmeleri

ah dilleri olmayanlara

aidiyet al al meyvelensin

bahar ağzında ıslandığında

masmaviydik biz dalgalar

Görsel: Plinio Nomellini “A Capri” (1922)

error: Content is protected !!